16 Şubat 2014 Pazar

End of the story...



Bu blog çok güzeldi benim için, çok şey öğrendim okurken başkalarının bloglarını, bazen kendi hayatımdan bir kesiti gördünüz, bazen gündeme bakış açımı.. Güzel arkadaşlıklar, paylaşımlar oldu, yeni bir pencere açıldı benim hayatımda, umarım küçücük bir pencere de ben aralayabilmişimdir birinizde..
Böylece açık kalsın istiyordum aslında, her an istersem yazabilirim nasısa düşüncesiyle..
Ama JuVe'nin hikayesinin bu kısmı bitti..
Hayat bana şunu öğretti, bir bitiş, bir başka şeyin başlangıcı için bir gereklilik..

Şimdiye dek beni takip ettiğiniz için çok teşekkürler..
Yine yolumuzun bir yerlerde kesişeceğini düşünüyorum, o zamana kadar hepiniz hoşçakalın..

Takip etmek isterseniz:http://instagram.com/juvenila/

Sevgiler,
J.

8 Eylül 2012 Cumartesi

Güne aydın başlayacağımız güzel günlere..

Buraya yazarken çoğu zaman düşünmedim.. İçimden geldiği gibi yazdım.. Son yazılarımda bir çok defa eskisi gibi bir çok yazı yazacağımı, yazılar biriktirdiğimi yazdım...
Aslında bir çok yazacak şeyim var... 
Paylaşacak bir çok güzel şey..
Ama yazamıyorum, sizi güldürecek, kendimle alay ettiğim bir yazıyı, şuraya gidin şunu deneyin diye başlayan bir yazıyı, şu filmi seyredin diye öveceğim bir yazıyı.. 
Neden mi?


Geçen gün bir arkadaşımın paylaştığı gibi "92'li biri bizi kızdıracak bir şey bile söylese, sen reşit oldun mu be?" diye gülüp geçeceğimiz kişilerin şehit haberlerini duyunca, 
aylardır içeride tecritte olan aydınlarımızı düşününce, paylaşacağım her şey şımarıkça geliyor ve suçluluk duyuyorum..

Blogumu özlüyorum, yazmayı da.. 

Cem Yılmaz şöyle bir şey demişti bir gün: "Politikacılar, "biz olmasak konuşacak, espri yapacak konunuz yok" diyorlar, siz her şeyi düzgün yapın, ben kelebeğin çiçeğe konuşundan da gülecek bir şey bulurum, siz merak etmeyin" demişti.. 

Şu anda en çok okunan haber sayfalarının başında Beren Saat, Kenan Doğulu aşkı olduğunda, twitter'da tt'de emre belözoğlunun doğumgünü kutlandığında ya da şehit haberlerinin ardından her yerde "lay lay loy loy"  televizyon programları devam ettiğinde nasıl sinirleniyorsam, burada "hiç bir şey yokmuş gibi yaşayalım ve onları paylaşım, bana dokunmadı nasısa" paylaşımları yapmak da yanlış geliyor.


Güne aydın başlayacağımız güzel günlere..

J.


9 Haziran 2012 Cumartesi

JuVe Olay Yeri : "The Great Masters"


Genç nesilin - ne yazık ki- ismini sadece ninja kaplumbağalardan dolayı bildiği İtalya'nın büyük usta sanatçıları Michelangelo, Leonardo ve Raphael'e ait eserlerin kopyaları, interaktif olarak Tophane-i Amire'de ve Avrupa'da ilk kez İstanbul'da  meraklıları ile buluşuyor. 
Sergi 1 Haziran'da başlamış, 31 Temmuz'a kadar sürecekmiş. 
Eserlerden bahsedilenlerden çoğunun orijinalini gördüm; fakat interaktif oluşu, yeniden görmek, gezi sırasında kalabalıktan yeterince vakit ayıramamak, belki yeni bir bakış açısı ve bilgi elde edebilmek için en kısa zamanda gitmeyi planlıyorum. 
Sergiyi annem söylemişti, eserlerin orijinallerinin  geleceğini düşünmüş buraya, bahsedilen eserlerin çoğunun yerinden oynamasının pek mümkünü olmadığı gibi, sergi "İtalya'ya bir davet" olarak nitelendirilmiş..
Açıkçası Davud'un heykelinin üzerinde bulunan yıldızlar geçen zamanla yıprandığı için, İtalya'da orijinalinin bulunması gereken yerinde bile sonradan yapılan bir kopyası bulunuyorken, orijinalinin buraya getirilmesi çok mümkün değil kanımca.. 

Annem,eserlerin orijinal olmadığını duyunca hevesi kaçtı , gitmem dedi,ben sergiye gittikten sonra düşüncelerimi tekrar yazarım; ama orijinallerini gezerken ayıramadığınız vakti ve yakınlığı orada bulamayacağımız için buraya getirilenlerle elde edeceğimizin deneyimin de güzel olacağı kanaatindeyim. 

İnteraktif olmasının artılarını eksilerini tartışamayacağım;ama "son yemek" freski ile ilgili bilgileri dokunmatik ekrandan hangi havari kimdir, nedir bilgiler alırken, 

aynı zamanda resmin hangi noktalarına baktığınızı, yoğunlaştığınızı gösteren değişik termal kameralar tarafından izlenecekmişiz.. Bunun bize artısı, eksisi nedir, bilemiyorum.. 
Van Gogh alive'a da gitmediğim için, interaktifin bize ne gibi artısı olacak gidip gördükten sonra anlatırım:)



Sergi ile ilgili ayrıntılı bilgi için http://thegreatmasters-ist.com/ adresinden faydalanabilirsiniz.

Sergi haftanın 7 günü 10:00 ile 19:00 saatleri arasında açık, 
Bilet fiyatları; Tam: 17 Öğrenci: 12 TL

Gündem maddeleri oldukça yoğunken, belki bu tarz sergi, film, konser , şu, bu haberleri "sen nerde yaşıyon bacım?" kafası oluşturmuş olabilir. 
Geçen gün michaelsikkofield  twitter'da bir şey paylaştı ve ben çok doğru buldum,
"Sağıra laf anlatmak, cahile laf anlatmaktan iyidir. Zira sağır anlamak, cahil anlamamak için çırpınır. "


Suya sabuna dokunan yazılarım için, cahile laf anlatacak sabrı bekliyorum; çünkü şu şekilde çok da bir numarası olmayan yazıların ardından , aşağıdaki gibi yorumlar gelebiliyor ve şu an onlar için sabrım yok.. 

Sevgiler,

J.


30 Mayıs 2012 Çarşamba

Her kurbağa, bir prensesin hikayesinde geçmiyor!


KAYNAYAN SU İÇİNDEKİ KURBAĞA TOPLUMLARI.....


Yukarıda bulunan videoyu belki çoğunuz izlediniz, belki de ilk defa seyrediyorsunuz..
Farkında mısınız, artık çoğu kişi yazmıyor, konuşmuyor, buradaki kurbağalar gibi artık bundan 10-15 sene önce söylense büyük tepki vereceği şeylere, tepki vermiyor..
Takımı için yollara düşenler, özgürlüğü söz konusu olunca susup kalıyor..
Herkes takside, evde, sofrada, akşam sohbetlerinde "balon" tepkiler veriyor, en fazla facebooktan bir şeyler paylaşıyor(uz)..

Çoğu ne giysem, ne sürsem, ne taksam, şu şunun üstünde olmuş mu, saçımın rengi bu mu, kızları tavlamanın  yolları, yok takımın şike derdi, transfer oyuncusu peşinde..

Devam devam..

J.

27 Mayıs 2012 Pazar

JuVe Olay Yeri: "Intouchables"



Son zamanlarda seyrettiğim, konsantrasyonumun hiç bozulmadığı, "keşke bitmese" diye içimden geçirdiğim, bir çok şeye bakış açımı değiştiren güzel bir film tavsiyesi ile karşınızdayım=)

Konsantrasyonumun hiç bozulmadığı diye söze başladım; çünkü son zamanlarda seyrettiğim filmlere harcadığım zamana acır oldum ve çoğunda uyuduğum için de hiç pişman olmadım desem yeri:D

Film hakkında hiç bir fikrim yoktu seyredene kadar, sadece türkçe çevrilmiş hali "CANDOSTUM" ve"film çok güzel, mutlaka izle, imdb puanı 8,5" tavsiyelerinden başka hiç bir şeyi bilmiyordum..
Imdb puanı benim için her zaman belirleyici olmuyor; çünkü imdb'si 4-5 olan bir filmi de çok beğenebiliyorum, 7-8 olan bir filmden de hiç keyif almadığım oluyor..

Film ilk sahnesinde sizi meraklandırıyor, güldürüyor ve başlayacak olan, "yaşanmış, gerçek bir hikayenin" anlatıldığı filme sizi çekmeyi başarıyor..

Phillipe, geçirdiği kaza sonrası boynundan aşağısı felç kalan, zengin bir adam ve kendisine hayatını sürdürebilmesi için yardımcı olacak bir kişi arıyor, bu yolda bir çok kişi arasından Driss'i seçiyor ya da bir bakmışsınız ki Driss kendisini bir şekilde seçtiriyor.
Kültür anlamında Phillip'e çok uzak olan; ama bir o kadar da kendine güveni olan Driss, Phillip'in hayatını her geçen gün değiştirmeye başlıyor.



Bir anda sahip olmadığı olanaklarla tanışan Driss, sonsuz kaynağa sahip olsa da hayatının tadını çıkaramayan Phillip'e  geri kalan hayatının anlamlanması için var gücü çalışıyor, aslında çalışmak denemez, Driss içinde yaşamak için ne varsa, Phillip'e bunu sunuyor.
Bu kısmı aslında çok önemliydi, bir çoğumuz herhangi bir özrü olan kişilere karşı nasıl davranacağımızı bilemiyoruz, onları üzebileceğimizi düşünüyoruz, aslında bu filmde de gördüğüm kadarı ile en doğrusu bir insana asla özürlerinden dolayı duygusal özrü varmış gibi ayrıcalık tanımamak olmalı..

Bu iki arkadaşın patron-çalışan ilişkisi Driss sayesinde en başından beri hiç bir zaman bu şekilde yansımıyor ve belki de Phillip'in en hoşuna giden de bu! Ona gerektiğinde karşı gelen, fikirlerini söyleyen, ona bulunduğu noktadan farklı bir bakış açısı ve hayat kazandıran Driss ile tüm hayatı değişiyor..

İşler sadece Phillipe için değişmiyor.. Soyut resimden anlamayan, klasik müzik ile  ancak reklamlarda duyduğu kadarı ile tanışıklığı olan, Opera'daki Almanca konuşan ağaca dakikalarca kahkaha atan Driss (ki burda Lord of the rings serisinde yürüyen ağaçların nesini seyrediyorsunuz diye güldüğüm yakın arkadaşlarım geldi aklıma=) ) bir kat daha hayranlığımı kazandı, önce güldü, eğlendi, beğenmediğini ifade etti; ama sonuna kadar karşısındakini dinledi, anlamaya çalıştı ve sonra kendi zevkleri ile herkesi eğlendirdi..
Hem Phillipe hem Driss birbirlerinden çok farklı olsalar da.. Birbirlerine yepyeni bir yaşam hediye ettiler..

Film bittiğinde bir kaç saniye gerçek Driss ve Phillipe'i gördüğümüz kısım da üstüne bal kaymak oluyor sanırım..

Ben bu filmi puanlayamayacağım..
%100 beğeni garantisi verebiliyorum sanırım..
Beğenmezseniz de JuVe'den olsun bu da..

İyi seyirler..

J.

Fotoğraf kolajı kaynak: www.otekisinema.com

16 Mayıs 2012 Çarşamba

Ram pa pa pam, ram pa pa pam...



Bu şarkının orijinal hali ile Rihannadan ilk duyduğumda Floransadaydım, ne zaman duysam, hayatımda ilk gitmek istediğim yurt dışı seyahatim olan İtalya gezisi  ( çok yazmak istemiştim, zamanında yazamadım; fakat giderken incelediğim bir blog ile süper bir tatil yaptık.. Gezi programı yapmak isteyenlere rehber olması açısında o blogu ve kendi gezi planımızı anlatmayı düşünüyorum bir ara) geliyor aklıma ve çok mutlu oluyorum. Hani bir kokuyu duyarsınız ve o parfümle bağdaştırdığınız kişi, zaman ne varsa o gelir ya aklınıza.. Benim için, bu şarkı, 
İtalya tatilimi hatırlatan parfüm etkisinde.. Ne zaman kafamda küçük bir tatil yapmak istesem bunu dinliyorum.. 
Neyse konu o değil.. 

Yukarıda şarkıyı (Man Down) dinlediğiniz cover grubu Walk off the earth 'ten bu şarkıyı dinlediğimde, daha bir sevdim, aşık oldum desem yeri.. 
Klibe dikkat ederseniz, tüm müziği sadece 2 kişinin yaptığını görürsünüz bu klipte; ama diğer şarkılarda başkaları da var=) 
Beğendiyseniz eğer ya da daha önceden biliyordu iseniz,  Walk off the earth Türkiye'de bir konser verecek, gitmek isterseniz diye söyliyeyim dedim.. Biletler 45liradan başlıyor, 25 Haziran, Küçükçiftlikpark.. 

Pull the triggaaa, pull the trigaa , pull the triigaa buum! 

J.

13 Mayıs 2012 Pazar

Hayat tesadüfleri sever!


Blogları incelemeye yeni başlamıştım, blogları düzenli bir gazeteyi okur gibi, niteliklerine göre ayırmaya, tutkunu olmaya yeni başlamıştım.. Eskiden beri yazmayı severdim ve o zaman da yazmaya başlayacağımı; ama nereden başlayacağımı , ne yazacağımı kestirememiştim..
Sonra yazmaya başladım, başladığım zamanlardan sonra da, sık sık sevdiğim bloggerlardan bahsettim blogumda,
birbirimizi seven bloggerlar, birbirimizi göremediğimiz zamanlarda halimizi hatrımızı sorduk.. Eskisi gibi yazmıyoruz, bırakmak da istemiyoruz, kapatmak da.. Ama yazmaya vakit ayıramıyoruz..
Kendi açımdan, bütün gün yazmaya çalıştığım bir işim var.. Hiç bırakmamacasına yazmak istesem de planlarım içinde öyle olmuyor..
Eskisi kadar çok yazamıyorum, okuyamıyorum, bu beni mutsuz ediyor..

Salıncaktaikikisi, ilk takip ettiğim bloggerlardan biri.. Blogunda şu an 3797 takipçisi var, ben yanlış hatırlamıyorsam 600. takipçisi olarak kayıtlara geçmiştim:) o zamandan bu yana 3 sene geçti..
Aradan yazılar geçti, okullar geçti, işler geçti, evlendim, o Amerikadan geldi, kedileri kaldı, burda işe başladı..
Aslına bakarsanız ikimizde bize dair şeylerden ziyade, ilgilendiğimiz şeyleri yazıyoruz; ama hayatlarımızın içine böyle giriyoruz.. Bilmem belki de bayan olduğumuzdan!

Aralık ayının başlarıydı, bir bileklik almıştı ve bununla ilgili bir yazı yazmıştı. Bilekliğe bayıldım, Bursa'ya gider gitmez, tam da söylediği kuyumcudan kendime sevgilimin ve benim isimlerimizin başharfini taşıyan bir bileklik alacağım dedim..
Aradan aylar geçti, iş için bu haftasonu Bursadaydım.. Saat 3 e kadar çalıştım, sonra sevgilim, arkadaşım ve ben Çınar'a gittik.. 600 yıllık çınarın altında, enfes çilek ve erik keyfine vardık.. Dedim kalkın, Faruk kuyumcusunu bulacağız..
Sevgilim derbi için stres yapıp, ben kendim takılim derken, biz arkadaşımla Faruk kuyumcusunun peşine düştük, kolay olmadı bulmak, hatta onu bulmaya çalışırken, bilekliğin çok benzerini bir başka yerde gördüm; ama kolye şeklinde olanı varmış, bilekliği aramadıkları yer kalmadığı halde bulamadılar.. Faruk'u sorduğumuz 4. kişi bize tarif etti ve bulduk...

Ben altın, kuyum seven biri değilimdir.. Alyansım bile spor giyindiğim için beyazdır.. Ama bu bileklik beni fethettiği için, koşa koşa kuyumcu Faruk arandı.. Faruk Bey  o kadar güzel şeylere sahip ki içinde ve o kadar kibar karşılıyor ki sizi.. Esnaf gibi değil, sizi evinde ağırlayan bir evsahibi inceliğinde, o güzel şeylere uzun uzun bakıyorsunuz.. Bakar bakmaz da kendi istediğim bilekliği buldum..
"Banu Hanım'ın blogunda okudum, onu çok severim, takip ederim, İstanbul'dan geliyorum, sizden bu bilekliği almak, koleksiyonunuza bakmak için aralıktan beri sabırsızlıkla bekledim" dedim.. Faruk Bey "saolsun" dedi ve bir bir bütün güzel tasarımları sıraladı önümüze.. En güzel eserlerini gösteren bir sanatkar zarifliğinde; ama asla "satıcı baskınlığında" değil..
Bilekliğin boyunun kısaltılması ve isim yazılması süreçleri için beklerken, vitrindekilere teker teker bakmaya devam ederken, kapıdan salıncaktaikikişinin sahibesi Banu girdi..

Tesadüflere çok inanmam=) Her şeyin bir sebebi vardır, bunu üzerinden çokça zaman geçtikten sonra anlarız bazen.. Banu öyle hissetmiş midir bilmem; ama uzun zamandır görmediğim bir arkadaşıma rastlaşmış gibi karşıladık birbirimizi, kısacık; ama içten bir sohbet oldu aramızda..

Sık sık yazmaya başlamak için güzel bir işaret oldu benim için, hemen eve gidip yazmak istedim, sanırım o da öyle istemiş ki yazmış=)

Yine görüşmek üzere Banu ve sık sık buluşmak dileğiyle takipçilerim!

J.

Related Posts with Thumbnails