31 Ağustos 2009 Pazartesi

Panik Atak...


bu yazıyı yazıp yazmamayı uzun uzun düşündüm, ta ki evelsi gece en yakın arkadaşlarımın telefonuna kadar..


En baştan başlayayım, 2008 mayıs ayında okuldan dönüyordum, oldukça stresli bir okul dönemi geçirdim;çünkü geçiş yaptığım için, kural olarak eğer geçiş yaptıgım sene bütün dersleri veremezsem okuldan atılma durumum vardı, bunun yanı sıra 2 seneyi bir alıyordum..Stres boğazıma kadardı;ama olay günü birşey yoktu.. Dersten çıktım,derste çok bunalmıştım;ama kim bunalmıyor ki? tramvayda bir mide bulantısı oldu,fenalık geldi.. Sonra kabataşa kadar geldim bir şekilde, elim ayağım titriyor,üşüyorum,bayılcakmışım gibi ama bayılmıyorum..Biliyorum psikolojik anladım..4 saat sevgilimin beni almasını bekledim,öyle oturdum..Eve geldim;ama kalbimin atışları karşı siteden duyuluyor sanıyorum,kimseyi dinleyemeyecek ve konuşamayacak durumdayım..

Sonra geçti.. 1-2 ay sonra tekrar edince, psikiyatriste gittim;çünkü hissettiğim öyle bir şey ki sanki korktuğum ne varsa o an başıma geldi gibi hissediyorum, yani ilaç olarak doktor çişini içecen dese içicem öyle bir şey.. İlaç verdi doktor bana, geçti, zaman zaman çok sıkıldığım zamanlar oluyor, bunalıyorum,arada sıkıntı basıyor o kadar , delirmiyorum..
Evelsi gece en yakın arkadaşlarımla buluşmuştum, onlar sinemaya gitmeye karar verdi ben yol yorgunu olduğum için eve döndüm ..Gece bir tel geldi, "juve gözde çok kötü oldu sinemada, sanırım panik atak geçiriyor napalım.."Dışarı çıkarın biraz hava alsın,psikolojik olarak rahatlar acile götürün birşeyi olmadığını söylesinler dedim..Acilde de dışarı çıkarın biraz hava alsın demişler ve geçmiş..


Bu neden eskiden yoktu? Herşeyi ard arda dizerek bir solukta yapmak,birşeyleri yetiştirmek, hızlı yemek yemek,kalbimizin üstünde bir taş oturuyor gibi hissetmek.. Eskiden neden yoktu da şimdi var bu tuhaf şeyler..


Yeni öğrendim, insanlar bir alışkanlıktan uzaklaşmak için yerine yenisini koymalıymış, ne kötü huyunuz,uzaklaşmak istediğiniz olayınız varsa yerine bir uğraş koyun, ben öyle yaptım.. İlaç çok gerekmedikçe almayın..Benden nacizane tavsiye. .


Sevgiyle,J.

Dipnot


*bu twitter olayına girmeyecegim dedim, gene dayanamadım..(aslı, görüyorum burdan suratını,bir internette girmediğin bu eksikti,iyice sanal oldun diyorsun;ama duramıyorum napim:)) ahanda tiwwittiğim yer; http://twitter.com/juvenil_a



*bir otobüs yolculuğunda sağım ,solum ,önüm , arkam çocuk olabilir mi? oldu valla.. fakat çocuklardan sorun çıkmadı, mışıl mışıl uyudu yavrucaklar;ama büyükler? Allah'ım, bir otobüste ,otobüs koltuğu yatabilme özelliği var diye imanına kadar koltuğu yatırmanın bir anlamı yok, hepimiz aynı boyda değiliz ki,bir bak bakim arkada ayaklarım noooldu benim?

deniz şortu ile pisi üstünde yolculuk edip ,kulağının içini mıncıklayıp sonra gerinip arkadakinin gözüne elini sokan kişilik..evet bu tasvir bir kişiye ait..

bu arada sigara yasağı gebze-topçular arasındaki feribotun alt kısımlarında yok herhalde,herkes aşağıda püfüüüür püfür içenzo;ama kimse ceza falan yazmayanzo..

j.

30 Ağustos 2009 Pazar

Mizah'ın abisi:Oğuz Aral


Dedim ya önceden ,ben karikatürün,mizahın olduğu bir evde büyüdüm.. Zaten dergiler girmese de bizim ev bir karikatür köşesi her an..
Yeni okuduğum kitaptan ve Oğuz Aral'dan bahsetmek istiyorum size.. Oğuz Aral'ın biyografisi ve doğal olarak Türkiye'de karikatür dergilerinin nasıl oluştuğunu okuyorsunuz kitapta.. Kitap Korhan atay ve Figen Kumru Akşit'in kalemlerinden çıkmış, kitabı okudukça bazı insanların bu dünyaya kendilerine verilmiş özel armağanlarla geldiğini görüyorsunuz.
Bugünün mizah ustalarının nasıl doğduğunu,onları Oğuz Aral'ın nasıl keşfettiğini, Türkiye'nin siyasi durumu karşısında mizah dergilerinin tutumu ve siyasilerin mizah dergilerine tutumunu, o günün genç sanatçılarınının bugün nasıl ünlendiğini, asla şimdinin sanatçı bozmaları gibi boş olmadıklarını ve birbirlerine hep yardım etmeye çalıştıklarını görüyoruz..
En önemlisi disiplinle çalışmanın her meslekte ne kadar önemli olduğunu anlıyoruz.Belki bugünün genç karikatüristleri bu yüzden eksik köşe çıkardıklarında, geç dergi çıkardıklarında herhangi bir rahatsızlık duymuyorlar. Ben karikatür dergilerini çok severek takip ediyorum;ama günü gelip gittiğimde olmadığı zaman bana birinin randevu verip gelmemesi gibi hissettiriyor bana,keza çok severek okuduğum bir köşenin o hafta hiç bir sebep bildirmeden olmaması da ..
Hayır bari neden yazmadığını yaz, ayrıldın mı,hasta mısın noooldun?
Neyse efendim,konumuzda dönelim:) Kitap çok güzel,akıcı.. Anlatımı da çok hoş.. Siz de karikatür tutkunuysanız, geçmişte Türkiye'de mizah nasıl doğdu merak ediyorsanız ,bugünün ustalarının çaylaklık dönemlerini öğrenmek isterseniz kitap size göre..
İyi okumalar.. J.

Mutluluk:)


Biz sevgilimle 4 seneyi geride bıraktık, çok güzel geçirdiğimi zamanlar kadar çok zor geçen zamanlar da oldu, her şey her zaman toz pembe olmuyor;ama geçen zaman içinde birbirimizin her şeyi olduk, en yakın arkadaşı, bazen abim oldu bazen annesi oldum:) Hep birbirimizin elini tuttuk ne olursa olsun.. Daha ilk zamanlardan beri içimizde bir bağ var, biz küsüp arkamızı dönsek de bir arada tutan ikimizi ve artık o bağı o kadar sıkı hissediyoruz ki ve artık o kadar tamamlanmış hissediyoruz ki.."nişanlandık":D

Böyle olayları ikimizde formalite olarak görüyoruz..Hayatımızda bir şey değişmedi, çoğu kişi gibi evliliği statü değişikliği olarak görmüyoruz:) Çok mutluyduk, daha mutluyuz..Bir arada yaşayacağımız gün için şimdi geri sayıyoruz sadece resmi olarak:)

Umarım bu mutlulukları,heyecanları,tatlı stresleri (tam bir klişe,tatlı filan değil canım benim,gayet stres oluyorsun:)) en hayırlıları sizlerin de başına gelir ..

Sevgiler,J.

29 Ağustos 2009 Cumartesi

JuVe Olay Yeri: "Eski Datça ve Can Yücel"











Malumunuz 3-5 gündür kısa bir tatil için ortalarda değildim, tatilden filan bahsedeceğim ve uzun zamandır beni heyecnalandıran mutluluk verici olaylardan önümüzdeki günlerde..
Fakat hemen sıcağı sıcağına yazmak istediğim şey,süper bir tatil geçirdiğim.. Öyle bir yer ki, keşfedilmesi gereken;ama orayı keşfedenlerin birbirine "lütfen kimseye söylemeyin, burası da bozulmasın" diye tembih ettiği bir yer.. Ama ben ve benim sitemi takip edip oraya gidenler,orayı bozacak insanlar değil,gönül rahatlığıyla anlatacağım size gittiğim yeri.. amaaa o da önümüzdeki günlerde..
Bugün tek bahsetmek istediğim şey, eski datça'yı ziyaret edişim,Can Yücel'in evini,sokağını,imzasını,şiiri yazılmış taş tabelayı gördüğümde ki mutluluğum..
sizlerle hemen paylaşmak istedim..Tek kötü olan durum,oraya kadar gitmişken içeri girmeyi bırakın ,evinin etrafının sıkı sıkı kapatılmış olması,üzerinde bir not " sadece 12 ağustosta açıktır"..
Oraya gidiş sebebi çoğu kişinin Can Yücel'in evini görmek, oranın değerini içinde yaşayan bilmiyor,"bu tarafa doğru mu eski datça evleri?" dediğinizde "hee burda, napcaksınız 3-5 taş koymuşlar ev olmuş,gitmeye ne gerek var" diyorlar..
Bir içiniz burkuluyor,hevesle şairin evini bulmaya gidiyorsunuz o da kapalı çıkıyor..Neyse ki muhteşem taş evler,begonviller kalp kırıklığınızı biraz tamir ediyor.. Yine de derim, gidin görün..
Sevgiler,J.

25 Ağustos 2009 Salı

Tatildeyim


sevgili okumacılarım, ben tatildeyim demiştim size, hatta burdan da yetişcem dedim;ama burası o kadar güzel ki hiç oturup yazasım gelmedi:) Bir sorumluluk da hissettiğimden haber vermek istedim, cumartesiye kadar yazı beklemeyin canlar:)

Datça'dan sevgiler..

J.

22 Ağustos 2009 Cumartesi

JuVe'den...


Yazacak o kadar çok şeyim var ki ; ama en güzelini en sona saklıyorum,yarın tatile çıkıyorum pazartesi yazarım sanırım, kıyı kenarından..

Bu blog o kadar güzel oldu ki,bir sürü güzel insan tanıma fırsatı buldum kısa sürede.. Her geçen gün 1 kişi daha izleyince beni, mutlu oluyorum, beni okumayı seven,benim gibi düşünen insanları gördükçe-çok kısa bir süre olmasına rağmen-..


Bu aralar o kadar yoğun,stresli ve heyecanlı bir dönemdi ki,bu arada beni kıskacına alan bir oyundan bahsedeceğim size.. Nasıl becerdi bilmiyorum ki ben bitkilerle uğraşmaya tövbe etmişken okulumda,bana bitkileri sevdirdi..

"farmville" bahsettiğim oyun,tarlanızda mahsül yetiştiriyosunuz, bekliyorsunuz olsun diye bir heyecan,yalnız mahsüller nasıl oluyorsa susuz oluyor:):) Ben facebook üzerinden oynuyorum,bilmiyorum başka türlü oynanıyor mu.. Bunu paylaşmak istedim sizlerle..


Sonracıma..okul açılmadan bir tatil yapacağım ufak kaçamak, ordan da buraya yetmeyi planlıyorum;çünkü sakin sessiz bir tail olacak, filmler,kitaplarım,dizilerim de benimle beraber geliyor:)


Görüşmek üzere.. J.

21 Ağustos 2009 Cuma

ödüllendim:)


Kreativ blog (bence türkçe), "yaratıcı blog" ödülüne layık görmüş beni sevgili beetlejuice..

Kendisine blogumdan çook teşekkür eder,öperim..Kısa sürede de olsa kendisini çok sevdim,yazılarını bir solukta okudum.. Aynı zamanın,aynı düşüncelerin insanlarıyız genelde..


Şimdi bu ödülün gereklerini yapalım,kendim hakkında 7 şey yazayım, 7 blogu ödüllendireyim ve de o 7 blog da kreativ blog ödülü ile ödüllendikten sonra 7 blogu ödüllendirsin böylece sürsün gitsin:)


Bu arada bu blogumun ilk ödülü, çok mutlu oldum..


kendim hakkında 7 ilginç şey,

*kedi,köpek radarım var benim,nerde görsem peşlerine düşerim..

*tatlıya karşı zaafım var, üstelemeden mideme indiririm, kibarlıktan sormayın yer misin diye,1.soruşta alırım tatlınızı..

*Devamlı gidilecek yer araştırırım, uçağa hiç binmediğim,korktuğum halde "uçak kazası raporu" seyreder, psikopata bağlarım..

*Yazın en sevdiğim olayı bira-patates-kadıköy, kışın en sevdiğim şeyi film-battaniye,çay-kurabiye'dir.

*yaz kış her daim sevdiğim şey ailem ve sevgilimdir..

*yeni çıkan filmleri,albümlere baştan sondan göz atar hemen jüri üyeliği yaparım, her hafta uykusuz-penguen-leman alırım..

*bir de ancak çocuklara söylenebilecek şarkılar yazarım; "ben bir küçük goldiyim, sabah akşam gezmeliyim.. ben bir küçük mırmırım,sıcak bir yerde uyumalıyım, ben bir küçük yunusum, büyük okyanuslar benim havuzum.." şeklinde sürer gider:):)


veee "and the oscar goeeess to"...




20 Ağustos 2009 Perşembe

Dipnot

* Bugün yaşlı,küpeli, bandanalı, müşterisine su ikram eden bir taksi şoförü gördüm.. Şaşırdım kaldım.. İstanbulda.. O takside olmayı çok isterdim, nasıl bir insan acaba diye hep düşüncem:D

*Şimdi şöyle, benim kuaför,pedikür..vs çok işim olmaz,yani ben en aza indiriyorum; çünkü rahatsız bir yer, beklentilerinizi karşılayamıyorlar, siz başka söylüyorsunuz onlar başka anlıyorlar, bugün mecburen gittim, mecburiyetimi yakında anlarsınız:)
pedikür yaptırıyorum, erkekler siz de okuyun!! Çok enteresan bir hikaye , pedikürle ilgili kadınsal bir mevzu yazmıcam ki öyle şeyler yazmıyorum genellikle..
Karşımdaki hanımda bir elbise giymiş pedikür yaptırıyor, herhangi bir eteğini toplama, bi destur ihtiyacı hissetmiyor.. Heryer meydanda .. Alla alla!!! Şimdi rahatlığın sebebi nedir, hem cins olmamız mı? "amaaan yay gitsin onunda var.. " Hiç adap,izan yok .. Karşında insan iş yapıyor ,sen de ona açıp bir tarafını gösteriyorsun,e süper..

*Blogları inceliyorum da, ağzı bozuk olunca, açık seçik olunca samimi mi olunuyor? Şimdi bir arkadaşım var komple tarzı bu onu bunun dışında tutuyorum ;çünkü açık ve net daha blogun başlığından bile olayı.. Özellikle hanımlar yatak hikayelerini anlatıp bir taraftan da işte ben üstdüzey yöneticiyim aslında; ama bir de benim bu yanım var mı demeye çalışıyorlar.. Yani bu "içim de bir terbiyesiz kadın yaşıyor aslında benim" mesajı mıdır nedir.. He dersin ki okuma geç..
Ondan bahsetmiyorum ben, olayımız, olayları ne onu anlamıyorum? Neyi, kime ispat ediyorlar, çok fazla sex and the city seyredip etkisinde kalmış gelişmemiş kişilikler midir nedir..
Neyse ... Ben kaçar..

Sevgilerimle, J.

18 Ağustos 2009 Salı

Biri bana böyle bir oyun oynasa..


Ne varsa eskilerde var azizim, böyle zamanında seyretme fısatım olmayan, şimdi seyrettiğim filmler var.Bunlardan birisi de "the game"..

Michael Douglas ve Sean Penn'in başrollerini oynadığı filmde, iki süper oyuncumuz kardeşi canlandırıyorla.Sorunlu bir çocuklukları olduğunu anlıyoruz daha filmin girişinden;fakat büyük kardeş kendini yetiştirmiş trilyoner olmuş bir banker, küçük kardeş ise psikolojik problemlere sahip ne idüğü belirsiz kişilik..

Michael tek başına yaşadığı tek düze hayatı değişsin diye,kardeşi ona 48.doğumgününde hediye olarak kişiye özel oyunlar! oynayan bir eğlence şirketinden, bir oyun hediye eder..
Öyle bir oyun ki, hayatı tehlikeye girer,durdurmak istediğinde hatta polisle şirkete gittiğinde şirketin yerinde yeller esmektedir..
Temponun hiç düşmediği filmde sonunda da şaşırmayana parasını geri veriyormuş yapımcı,öyle dediler:)
Dediğim gibi ne varsa eskilerde var,film 1997 yapımı;yeni yapım senaryolar kısa,sıkıcı,klişelerle dolu..
Benden size tavsiye seyretmediyseniz ve sonunu da bilmiyosanız gidin alın araştırmadan seyredin..
hee bu arada,biri bana böyle bir oyun oynasa, onu kesin öldürürdüm.. kesin..
Sevgilerimle,J.

17 Ağustos 2009 Pazartesi

JuVe Olay Yeri: Ferhan Şensoy







Takip ettiğim şeylere çok bağlıyımdır ve çoğu oldukça eskidir.. Bunlardan bir tanesi de çocukluğumdan beri takip ettiğim (tabi ki annemin sayesinde ) Ferhan Şensoy'dur.. İlk hangi oyununa gittiğini hatırlamıyorum bile ;ama hemen her oyununu görmüşümdür , hemen hemen bütün kitaplarını okumuşumdur.
O kadar eski ki onu takbim, bir gemide yaptığı tiyatro (içinden dalga geçen tiyatro) oyunu "Seyircili Seyir Defteri" o zaman bana çok mükemmel gelmişti; ama çocuk aklımla herhalde var böyle tiyatrolar daha ki beni sadece buna getirdiler dedim, meğer yokmuş:)
"Düş bükü","İngilizce bilmeden hepinizi i love you","gün deste","afitap'ın kocası istanbul" en eski çocukken okuduğum kitapları.. Düşbükü'nü kaç defa okudum, o "uyuz" olduğu hikayeyi kaç kere katıla katıla güldüm hatırlamıyorum.
Yenilerden -pek yeni sayılmaz ya- "oteller kitabı","falınızda rönesans var","kalemimin sapını gülle donattım","rum memet","karagöz ile hacivat" kitapları arasından hayatının gençlik-orta yaş dönemine kadar ki kısmını anlattığı ve en kısa zamanda 2. kısmını beklediğim kitabı kalemimin sapını gülle donattım ayrı bir yere sahip gönlümde.. En son bitirdiğim "hacivat ile karagöz" ise hem güldürdü hem yüreğimi burktu..
Ferhangi Şeyler oyununu replik unutursa tamamlayacak şekilde biliyorum ve size bir küçük not (annem öldürcek beni) ; geçen sene Ferhangi Şeyler'i seyretmeye gittiğimizde senelerdir annemin mektubunu okuyan Ferhan Şensoy halen annemin kendisine bir olay sonrasında yazdığı mektubu okuyor sahnede.. :) çok güldük abimle ..
Herkes sevmiyor Ferhan Şensoy'u bilirim, nedense itici gelir; ama benim fikrim kendine has yazım tarzı,anlatımı, tiyatroya olan aşkı ve muhalefetçi tutumu karşısında kendisini her oyununun sonunda olduğu gibi ayakta alkışlıyorum..
Yine oyunlarından şu anda oynadığı ve mutlaka gitmeniz gereken, yeni oyun döneminde de sahneleyeceğini tahmin ettiğim "Fername" .. Fername'de çok güleceğiniz kadar, en sonunda ağlayabilirsiniz de.. Ferhan Şensoy'un günümüzde teknolojiye karşı tutumu, kredi kartları, borçlar, ülkemizin siyasi durumu ile ilgili çok güzel anlatımı olan oyunda,babasına mektup yazdığı ve "artık günümüzün gazetesini okumaya içim el vermiyor, içim açılsın diye 1940'ların Cumhuriyet gazetesini okuyorum" dediği kısım.. Ben bir defa daha gitmeyi planlıyorum bu oyuna..
Ve yeni oyunu "2019".. Konu , yıl 2019 ve ülkemizdeki durum,yaşam.. Buna henüz gitmedim , bu sezonun açılışını bununla yapmak istiyorum,açıkçası kışı en çok da iple çektiğim kısmı tiyatro sezonunun açılacak olması.
Eğer önyargılarınızdan dolayı seyretmediyseniz,okumadıysanız bir kez deneyin derim.. Mutlaka Fername ile başlayın Ferhan Şensoy serüveninize ve üzülmeyin sonradan keşke daha önceden takip edebilseydim diye..






Sevgiyle,J.

16 Ağustos 2009 Pazar

Rahmi Koç Müzesi- Minyatür Odalar





















Geçen gün gözüme ilişti, Rahmi Koç müzesindeki "minyatür odalar" sergisi yeniden gelmiş ülkemize ve 14 Eylül'e kadar da uzatılmış..
Ben Şubat'ta ilk geldiğinde gitmiştim ve Rahmi Koç müzesine de ilk gidişimdi, çoook güzel bir gündü.. Motorla geze geze ulaştığımız müzede, önce resimde gördüğünüz gibi eski otomobilleri, sonra bilim odalarını (orda pek resim yok), ülkemizin geçmişine ait önemli bir çok şeyi, antika tekneleri, buharlı trenleri,minyatür sürekli koleksiyonları, uçak ve denizaltını gezebiliyorsunuz.. Ben denizaltını gezemedim vaktimiz yoktu, zaten diğer yerleri gezmek oldukça vakit alıyor..
"Minyatür odalar" ı meydana getiren sanatçı Henry Kupjack,bildiğim kadarı ile babadan oğula geçen bir meslek olmuş.
Odaları görünce saatlerce incelemek istiyorsunuz;fakat kalabalıktan dolayı öyle bir lüksünüz olmuyor dolayısı ile de resim çekerken de bir ayarlama yapamadık, idare edin:)
O mumlar,mumların ucunun yanması,halının kıvrımları,tablolar.. Hepsini koyamadım, hepsi başarılı çekimler değildi çünkü,müsait olursam yine bir günümü ayırıp gitmek istiyorum.. Bu ayağımıza kadar gelmiş akıl almayan sanatı görmek için yerinizde oturup,beklediğiniz kabahat..
Mutlaka gidin ayrıntılı bilgi için tık..
Not: Resimleri büyük görebilmek için üzerlerine tık tık tık:)

15 Ağustos 2009 Cumartesi

dipnot!


* dün odamda dizi seyrediyordum (100.000.kez house:)) , annem koş koş juve gel dedi, nooldu diye söylene söylene gittim, bir televizyon kanalında (habertürk) 2 biyolog evrimi anlatmaya çalışıyorlardı , ben seyretmeye başlar başlamaz daha şu cümleler çıktı sunucunun ağzından "bizim gözümüz,kulağımız aynı yerde,ama biri göz olmuş biri kulak, nasıl olüüyööö o zaman?" bu programın sunucusu bile bu kadar zır cahilken insanlar nasıl anlasın ki, zaten okuyup araştırma alışkanlığı olan bir millet değiliz, belli ve büyük kesim "yoktur öyle bir şey,olur mu deyince" güzel milletimin insanı "hee yok öyle birşey demek" diyor, neden var olup neden yok olacabileceğini düşünmüyor..

Ben şu anda biyoloji okuyorum.. Bize evrim dersinden önce -ki evrim teorisi şeklinde okutuluyor, teori ne demek? bir olay merak edilmiş, üstüne araştırmalar yapılmış, aklımızdaki soruların tamamını cevaplamasa da,eksik olan tarafları olsa da aklımıza yatkın cevabı oluşturabiliyor;ama araştırmalar her cevabı bulana kadar devam etmeli demek.. Aklımızda ki her soruyu cevapladığında,kanıtladığında teori değil,kanun olur. - 2 dönem "omurgasız hayvanlar" ve "omurgalı hayvanlar" diye ders okuyoruz.. En basit canlıdan , en karmaşık yapılı canlıya doğru bir mediven seyrederek incelemeler yapıyoruz,zaten evrim diye hiç birşey bilmesek, bize söylenmese, bugün en küçük canlı birimi neymiş,acaba böyle nasıl olduk diye merak edip baksak, aa ihtiyaç doğmuş ,bak oluşumlar ihtiyaca cevap vermiş, değişmiş,körelmiş ,gelişmiş diyebiliriz. Sonrasında "evrim- evolüsyon" dersi aldık .. O zaman dünyanın,evrenin değişimini, proteinin nasıl olduğunu , kaç milyon,milyar yıl içinde değişim gösterdiğini görüyoruz..Bunu bilmek için de biyoloji okumaya gerek yok.. Tübitak'ın çocuklar için resimli evrim kitaplarını alsanız biraz merak uyandırır, öğrenirsiniz..Böylece karşınızda 2 tane bilim insanına soru sorarken "eee nasıı olüüüyoööö?" diye soru sormazsınız.. Ne cevap verse iyi," uyuduk, uyandık, böle canlı sıraya dizilmişti a'dan z'ye..olduk öle bir anda" O zaman bir bebek nası meydana geliyor? anlayabiliyor mu bu genel yayın yönetmenliği koltuğuna getirilen çok bilmiş insan acaba...

Herkes herşeyi tartışacak bilgiye sahip olmayabilir, bana da bilmediğim bir konu ile ilgili bir konuk getirseniz böyle sorular sorabileceğimden asistanıma derim ki "len asistan yemiyosun içmiyosun buna hazırlanıyoruz.. " böyle önemli bir konuda zaten körü körüne taraf olmuş bir millete böyle bir program yapmak haksızlık değil mi..

Ben şunu da demiyorum son olarak onu da söyliyeyim, "evrim vardır" savunması yapmasını da istemem, tarafsız bir şekilde, ders anlatır gibi, bilmeyen bir insana anlatır gibi ,"evrim nedir, evren bu hale nasıl geldi, bu şekilde evrim teorisi için neden kutuplaşma var, hayvan düzeyinde, bitki düzeyinde evrim nasıl oldu" gibi basit,bilgilendirici sorularla merak uyandırıp, en azından insanların araştırmaları ve kendi fikirlerini kendileri oluşturabilmesi için bir platform oluşturması daha uygun olur diye düşünüyorum.


* Benim canım, her hangi birinizi canı, bir köpeğin canı, bir karıncanın canı ,bir aslanın canı..ruhani olarak sizce birbirimizden daha mı değerli?

Böyle kaldınız değil mi.. Nerden geldi böyle bir soru aklıma..Dün yoldan geçiyorduk,bir kasap açılışında ne göreyim yerde sıra sıra koyunlar kurban edilecek bekliyorlar mıydı artık kesilmişler miydi..Kafamı çevirdiğimden göremedim,sadece ayaklarının bağlandığını gördüm..

Konu şu, yola çıkarken kurban kesilir, biri geldiğinde kurban kesilir, Afrika'da insanlar,çoluk çocuk açlıktan ölürken arabistanda koca develer kesilir hiç dağıtılmadan gömülür, bir işe başlayacaksınızdır kurban kesilir, bir şey olsun diye dilek dilenir,ardından Allah'ın ihtiyacı varmış gibi ,dileğim olursa diye adak adanır..

He şimdi şöyle bir şey diyebilirsiniz.."sen et yemiyor musun" evet ,ben et yiyiyorum, bu yediğim et gözümün önünde vahşice kesilmiyor..O hayvanları çoluğun,çocuğun gözünün önünde -bunu gören çocukdaki psikolojik bozuklukları sıralayamayacağım- kesiyorsunuz, kestiğiniz cana da kıymet vermiyorsunuz, yaptıklarınızı "hayvan sıfatı ile söylediğiniz hayvanlar yapmaz"..

Ne yazık ki kısa bir süre sonra yine bayram adı altında vahşet olacak .Bu hayvanları katletmek yerine, çocuk okutsanız, açlara yardım etseniz..böyle şeyler olsa,olmuyor mu?




14 Ağustos 2009 Cuma

JuVe Olay Yeri: "Arboretum"





































Bunu uzun zamandır yazmak istiyordum,resimlerimi bulamamıştım.. Buldum sonunda!
Size İstanbul'un içinde bir cenneti tanıtmak istiyorum;ama önce ne olduğundan ve kurallarından bahsetmek istiyorum...
Arboretum;canlı bitki müzesi demek.. Ülkemizde ve dünyada yaşayan ve bizim ülkemizde yaşatılabilen her çeşit bitkinin bulunduğu müze.. Her bitkinin üzerinde latince adı,bilinen adı, ana vatanı yanlış hatırlamıyorsam oraya geliş tarihi yani yaşı da bulunan etiketleri var.. Bizim de ülkemizde benim de okulum sayesinde kendisinden haberdar olduğum çok güzel bir arboretum var "Atatürk Arboretumu".. İstanbul Üniversitesi'ne bağlı bu arboretum..
Şimdi size arboretumun kurallarından bahsetmek istiyorum; öyle içerde piknik yapalım,yiyelim içelimi yatalım zıplayalım yasak.. (çok şükür ki)
Belli giriş-çıkış saatleri var, içerde sigara içmek yasak; fakat yapay göletlerinin etrafındaki banklara oturup kitap okumak , yüzen ördek ve kaplumbağaları seyretmek serbest!
İçerisi pafta pafta yollara ayrılmış, girerken bir harita veriyorlar size, bölüm bölüm nerde ne ağaçları,bitkileri var bilerek geziyorsunuz..
Yolda yürüken size kaplumbağalar,tavşanlar eşlik ediyor.. :) Bence herkesin mutlaka görmesi gereken bir cennet Atatürk Arboretumu.. Keşfetmekle ilgili yeteneklerinizin ve hayret etmek güdünüzün çalışacağı bir mekan burası..
(Bu arada yerini yazmayınca acaba nası bulacaksınız; belgrad ormanının bitiminde)
















13 Ağustos 2009 Perşembe

Dipnot..

* Film seyretmeyi çok seviyorum, tercihim her zaman orijinal diliyle seyretmektir filmi..Biliyor muydunuz bilmiyorum;Türk dublajı dünyada bir numara,en başarılı;fakat ben pek tat alamıyorum, her film orijinal diliyle seyredilmeli;çünkü ne olursa olsun bir küfür mü ediyor, bambaşka bir şey mi söylüyor,öyle bir çeviriyorlar ki aslında çok güleceğim ya da beni çok şaşırtırcak bir kelam çok basit bir şekilde bize sunuluyor.. Cnbc-e dizilerinde bile bu böyle..
Şimdi şöyle,bu konu nerden aklına geldi derseniz,akşam kanal d de bir film vardı "gölge oyunu" diye tercüme etmişler "shadows in the sun" gerçek adı filmin, seyredicem konsantre olamıyorum;ama sebep bahsettiğim dublaj değil..Adamlar sigara içiyorlar, ekranda kocaman buğu..Adamın suratının ortası kocaman buğu! Noooluyo? Ben de sigaraya karşı bir insanım, şimdi sigara içmeyi teşvik etmesin diye ya bu hikaye, sigara içen bilmiyo mu onun sigara olduğunu..Ya da çocuklar etkilenmesinmiş.. Şimdi çocuk salak diyelim ki..Seyrediyor..Bir dumanlar çıkıyor, diyor ki içinden adam yanıyor herhalde;ama hiç tepki vermiyor.. Ya da en basitinden ;" anne -baba baksanıza bakim bu nie böle kocaman gözükmüyor adamın ağzı" demiyecek mi? anne ne diyecek.. Ayıp bişi söylüyor yavrum o,ağzına biber sürmüşler öyle olmuş mu diyecek..
Diyecek laf bulamıyorum,seyredeceğim vardı filmi kapadım,sinir bastı..

*Diyorum ki şöyle hülya avşar,seda sayan, ibrahim tatlıses,sibel can filan bu tayfa bir kaybolsalar.. Ekran temizliği olmaz mı? Ne güzel olmaz mı!? Ne bulacak acaba yazma,çekmeye o zaman bu güzide magazinci sananlar kendilerini..
Bir de ardınıza bakmadan kaçılası programlar var yeni, saba tümer'le olan gece programı..Çok sevdiğim biri çıkıyor,diyorum dur bir bakayım, kadına biri demiş ki sen kahkaha at gerisini koyver gitsin, kadının asap bozucu şuh kahkahasından birşey anlamıyorum ki ben programdan..

Genelde takip edin diyorum ya , bu da takip etmeyin, ardınıza bakmadan kaçın önerileri benden..

J..

12 Ağustos 2009 Çarşamba

Yaz..Kış..
















Ben yaz çocuğuyum; ama yazın kavuran sıcaklarından çok rahatsız oluyorum..Hiç bir yere gitmek istemiyorum..Kış olunca yazı özlememin sebebi, kat kat giyinmeyecek olmam, yaz akşamlarında kafelerin dışarı taşınması, güneş'i gördüğümüz zaman daha pozitif olmamızı sağlayan vücut hormonlarını salgılanması;ama bu tüm dediklerim için bahar en keyiflisi..Ben gece üstüme bir şey örtmezsem uyuyamıyorum,dolayısı ile yazın uyumam için anca sızmam gerekiyor..

Kış ne güzel! Kışın en sevdiğin olayı,atkı!:D Bir de evde yorganın altına girip film seyretmek.. Yorganın altına girip film seyretmek ne güzel keyiftir.. En sevdiğim şeydir..
Bunları yazıyorum,ben de henüz tatil yapamadım;ama kışı özledim.. Şu iki resme bakın ikisinin de ayrı huzuru var.. Kar, bana çok huzur veriyor, keşke böyle dağ evimiz olsa, ateş yaksak , ohh otursak mis.. ( artık bütün gece ayı mı gelcek,çakal mı gelcek , o ses ney,yoksa fare mi geldi diye uyuyamam ben kendimi biliyorum) Olsun hayal kurmak zevkli şey..
Şimdi bir de şöyle bir olay var, ben tatile gittiğimde de sakin yerleri tercih etme taraftarıyım; çünkü takılıyorum ben birşeylere, bır bır kendi haline bırakılmış çocuklara, böhöhööyyy hoşşş havuza atlayan ergenlere , sonra çocuğuyla ilgilenmeyen anne babalara, duruyorum, sanki çocuk benim çocugum bak işine ne bakıyorsun, "çocuk havuza düşcek, bak düşüyo allaah! "lem sana nee sür kremini yat.. Bu da değil,o bitiyor .. Etraf inceleniyor.." Şuna bak,sanki akşam bir yere iniyor, makyaj yapıp sahile mi inilir, takmış takıştırmış, topuklu ayakkabı da giyseydin, o ne biçim bikini, o ne biçim mayo" Benim "sana ne!" kısmım çalışmıyor.. Ayrıca niye bu kadar eleştirmenlik.. Bir de erkeklerin slip mayosu.. Lütfen giymeyin erkekler slip mayo...
O da bitiyor yabancıları seyire başlıyorum, "nereli ki bunlar acaba, bak nasıl rahatlar, bak hepsi kitap okuyor, bizim gibi değiller,bizimkiler anca cep telefonuyla mesaj atsın bıt bıt bıt"..
Sonu yok..:) O yüzden tatilde kafam rahat etmiyor,daha çok yoruluyor... Bir de yüzme derdim var benim.. Evet,evet.. Ben 10 yaşımda kursa gidiyordum,bıçı bıçı yüzmeye başladım, bir gün orta kulvarda gidiyordum bir korku geldi,hocam dedim gelin..Ne gidebiliyorum ne bişey.. Dedi dön gel.. Dönemiyorum.. Kulvarlara tutun gel .. O gelmedi yanıma o gün pis hoca.. Şimdi ayağımın basmadığı yere gidemiyorum..Bundan nefret ediyorum herkes alıyo başını gidiyor,ben küvet gibi kullanıyorum denizi.. Bu sorunu halledicem inşallah.. Öyle umut ediyorum..

Sevgiler,J...





11 Ağustos 2009 Salı

Bu su hiç durmaz...





Bugün 26.yaşımı bitirip 27 ye adım attığım,30 a doğru 3 tane 20 liğin kaldı, kendimi hala üniversitede olduğumdan bu yaşanmış 20 liklerden birşey anlamamış bir şekilde büyümüş hissediyorum.. Arkadaşlarım evleniyor bir bir,eskisi kadar birlikte vakit geçiremiyoruz.. Tabi lisede olmadığımız için doğal olarak:)
Çok şükür ki beni bu yaşa getiren huysuz,cadı,tatlı bir annem var,beni bu yaşıma kadar anlayabildiği kadarıyla sabredip getiren babam, hiç anlaşamasak da bana kararlarımda destek olan bir abim, ailem gibi arkadaşlarım, son 4 senemi ve bundan seneki her seneyi birlikte geçirmek istediğim çok sevdiğim sevgilim var.. Sağlığım yerimde, sevdiklerimin sağlığı yerinde.. Gerisi önemli değil zaten...
Hayatıma giren herkes,her şey.. İyi ki varsınız..
"hayatıma giren herkese,yaşanmış her şeye teşekkürler.. "Büyüyorum" sizinle.. "
Not: Resimlerin bazılarını izinsiz kullandım;ama gördüğünüz gibi hiç biriniz kendiniz dışında anlayamazsınız siz olduğunuzu.. O da benim kendime doğumgünü hediyem..

10 Ağustos 2009 Pazartesi

JuVe Olay Yeri: "Gitsek,görsek"







Çok gezip görmek istediğim yer var;ama öyle dur bakalım gidelim tatil yapalım diye değil, görmek için bir çok sebebim vardır,gezilecek müzeleri vardır,tarih kokan yerleri.. En çok gitmek istediğim yerler sıra sıra işleyeceğim, gittik gördükçe yine anlatacağım:) Ama bu biraz hem kendimi hem okuyanları heveslendirme, gidip görmek için sebep yaratma tadında yazısı olacak..
(Benim coğrafyam çok kötüdür,yön bulma duygum çok iyidir.. Bir yere bir defa gitsem, ikincisinde oranın yaşayanı gibi davranabilirim:))
Okudukça,gördükçe merak uyandırması lazım bana bir yere gitme sebebi verebilmesi için.. Ben Dan Brown'ın "Angels&Demons"-"melekler&şeytanlar" kitabını okuduktan sonra, mutlaka gitmem lazım,benim de buraları görmem lazım dedim.. Henüz gidemedim;ama gideceğim:);fakat italya' da en çok gitmek istediğim yer Roma,Venedik değil 2 seneden beri.. 2007'de Ayşe Arman'ın gazetede bir yazısını okudum.Verdiğim linkte yazının tamamı yok,çok araştırmadım belki yazının tamamını okuyabileceğiniz bir bölüm vardır.. İtalya'nın "Amalfi" bölgesini gezmişlerdi eşiyle birlikte, "positano" kasabasında kalmışlardı.. Resimleri gördüm, yazdıklarını okudum.. Hemen internetin başına geçtim.. Bu küçük kasabaya aşık oldum.. O manzarayı görmek için sabırsızlanıyorum resimleri gördüğümden beri.. Tarih kokan taş evleri, tarihin içindeki modern bakışı, arnavut kaldırımı dar sokakları, çoğu yerde gezmek için motorsikletle yapılan yolculukları ve araştırırsanız çok uygun fiyatlı süper otellerinden gösterilen küçük manzaralardaki sonsuz huzuru buradan bile hissetmiş olmam oraya aşık olmak için bence yeterli.. Begonvillere bayılırım, burda hangi resme baksam sokaklarında begonviller var.. Derseniz ki burda da var canım, akdenizi gez gör.. Açıkçası fahiş fiyatlıiherşey dahil ruslarla dolu ,capcup animasyonlar ve gece hayatından hoşlanmıyorum..Ayrıca burda da saklı bir çok yer cennet var .. Hepsini biliyorum; ama ben buna aşık olduğumu söylüyorum..



En azından merak uyandırabilmişsem,araştırmak için gugıl hazretlerine "amalfi,positano" yazdırabildiysem size,ne mutlu bana!
Related Posts with Thumbnails