31 Aralık 2010 Cuma

MMXI


"hayattan, hayallerinden, istediğinden bahset.. 
düşünden, düşündüklerinden hepsi olmuş farzet!".. 

J.

20 Aralık 2010 Pazartesi

"Dünyanın her yerinde soruyu halk sorar, cevabını hoca verir!?"

Sabah işe giderken, sevgilimle rock fm, rabarba programını dinliyoruz, oldukça eğlenceli bir program..
Her sabah bir soru soruyorlar eğlencelik, izleyiciler de katılıp kısaca cevap verip programdna ayrılıyorlar, öyle uyuz uyuz, vıcık vıcık lafı uzatma yok, çalan şarkılar da süper..
Neyse..konuya gelelim.. Geçen gün şunu sordular "bulunduğunuz yaşta neyi bir daha asla yapmam dersiniz?!" ben de düşünmeye başlamıştım,aradan 2-3 dakika geçti, sevgilim senin neyi asla yapmam diyeceğini biliyorum dedi, "neyi" dedim ve cuk diye lafı yapıştırdı "okula gitmek"..
Evet, büyük konuşmayayım, hala okumak istediğim, yüksek lisansımı yapmak hayatımın anlamı olan bir bölüm var.. Adli tıp.. Ama.. Ama şu aşağıda gördüğünüz tarz öğretmenler yüzünden, artık okumaktan soğudum..



Recep ivedik karakterini sevmiyorum, genelde iğrenç buluyorum şakaların; fakat bu bölümde söylediklerine katılmamam elde değil açıkçası..

Bir arkadaşım var.. 17 yaşında.. çok afedersiniz çocukcağız eşekler gibi ders çalışıyor, sınavlar ortak yapılıyor, o kadar çalışmaya çocuklar kalem kıpırdatamıyor sorularda, yapamadıkları soruları cevaplamıyor hocalar.. Tam anlamıyla yukarıda dediği gibi "kendi fantazilerine göre sorular soruyorlar..."
Ben de çok gördüm, kendi kaprislerini tatmin etmek isteyen öğretmenler yüzünden vazgeçtim, bıktım hatta panik atak oldum...

Her öğrenci 100 alacak değil ; ama hepsi zayıf alınca nası bir tatminkar duygu oluşuyor hocalarda merak ediyorum.. Bu yazımı okuyan ve bu tarz davranan öğretmen ve adayları varsa, bu olayın sonunda dersten, çalışmaktan, emek harcamaktan bıkıyor öğrenciler.. Başka bir şey olduğu yok..
Çalışmaktan bıkmış öğrencilerin neler yaptığına, ne yönlere kaydığına dair başka bir yazı da yazabiliriz tabii..

J.

15 Aralık 2010 Çarşamba

Bedtime stories with a coder husband..


Gecenin bir yarisi, uykumun en orta yerinde sevgilimin su sesiyle uyaniyorum:

PG:" Askim, onu oyle yapma!"

Uyandim, bakiniyorum, yorgnain hepsini ustume mi cekmisin? yok.. Cogunlukla yaptigim gibi yatagin 9/10 nda mi yatiyorum? hayir... Bir yerini mi acittim acaba diyorum gece farketmeden.. 

JuVe : " Neyi napmim canim?"

PG: " Hayatim, onu oyle yapma!"

Cok da israrli soyluyor.. Tekrar etrafima bakiniyorum, uykumda napmis olabilirim ki.. 

JuVe:" Nedir o canim? neyi napmim"

PG:" O kodlar oraya sigmaz, sisirme orayi.. Oyle yapma onu!" 

Is kolik yazilim muhendisi sevgilim, ruyasinda benim kod yazdigimi goruyor, orda bile bana muhalafet olup, begenmiyor..:) 

Love u my lovely lamb:) 

J. 


11 Aralık 2010 Cumartesi

'mi$' gibi yasamanin haberi...

Ise gidip gelince, bir de mesai saatiniz benim gibi sabah 9 aksam 7 ise, eve gelip, yemek yiyip, kenara oturana kadar en az 8.30'u buldugu icin ister istemez haberleri kaciriyorsunuz..Acikcasi bu durumdan rahatsiz degilim, sadece sabah kahvaltimi ederken sabah haberlerine goz atiyorum, belli ciddi internet sitelerine goz atiyorum, boylece gerekli gundemden uzak kalmazken, bos, uzucu ya da artik gormekten biktigim haberlerden ve magazinsel habercilikten uzak kaliyorum.. Tabii bazen, - arsenikte yasayan bakteri haberi gibi- cok onemli seyleri onemsizmis gibi! gosteren bazi haberlere de gozum takilmiyor ve sinirden kudurmuyor degilim.. NASA'nin yesil, kel.koca kafali, 4 parmakli ufolarinin haberini mi bekliyorsunuz.. Bekleyin o zaman..
Sinir bozucu siyasetciler de uzagimda cok sukur..
Da konu o degil..
Ayse Arman turban takarak, turbanlilarin cok olmadigi bolgelere ve minicik etekler giyerek turbanlilarin degil hatta radikal gruplarin cok oldugu bolgelere gitmis, iki kutbun birbirine durusunu guyaa anlamaya calismisti..


Simdi de obezlerin sorunlarini anlayabilmek icin, makyajla bir obez olmus! ve onlarin neler hissettigini anlamaya calismis!

Kendisinin bu ''haberi'' uzerine Kaan Sezyum'un 9 Aralik persembe gunu yayimlanan "penguen" dergisindeki yazisini aktariyorum:

"Haftanin rezaleti Ayse Arman'in 'ne yapsak da konusulsak' diyerek makyajla obez kiligina girmesiydi. Ayse Arman daha 1-2 ay once de tasarim ayakkabilar ve elbiseler icinde Afrika'da ac cocuklara seker dagitmis ve 'utanmayi Afrika'da kesfettim' diyerek yaninda kolyelerini singirdatmisti. Simdi de obez kiligina girip, 'obez gibi' yasamaya calismis. Buradan Ayse Arman'a 2 oneri: 
1.GAZETECI KILIGINA GIRIP, ayda 1000-1500 liraya bir yasamayi denesin.
 2. Ondan basari saglarsa da bir sure insan kiligina girip insan gibi yasamayi denesin.
Bu ne ya ,' iki sisman bir asansore sigiyor; ama 3. biri binerse felaket oluyor! kapi kapanmiyor' diyor AA.


Kaan Sezyum


Eline saglik Kaan Sezyum...
Yorum sizin..

J.

Gereksiz bilgiler


*Aydinlatma ile iligili bir avize, lambader filan almaya niyetlenmeye gorun.. Bir paralar soyluyorlar akliniz duruyor, ''oldu o zaman'' diyip, ortamdan minik minik uzuyorsunuz.. Eve gidip gelirken aydinlatma ile ilgili dukkanlarin bol oldugu bir yerden geciyorum, - pek de zevkli bir sey sattigi yok bu dukkanlarin, ancak bir sarayim olsa asabilecegim turden seyler satiyorlar- aniden jeton dustu bende, isil isil dukkan, lambalarin hepsi yaniyor -dogal olarak- bu dukkana ne kadar elektrin faturasi geliyordur acaba diye salak salak dusunurken ''aaa!'' dedim, '' ondan, 1'e satacaklari seyi 1000'e satiyorlar..''


*Cocuklar cok huysuzlanabilir yola ciktiklarinda, en huylu cocuk uzun yolda ya da huzurunu bozacak bir sekilde hayatindaki rutin bozuldugunda huysuzluk yapabilir: ama ne kadar huysuzluk yapmasi, sizi otobanda durup, anne-baba battaniye ile salincak yapip, cocugu sallayacak duruma getirir bilmiyorum! Sehirlerarasi otobanda ya!


Dun sevgilimle alis veris yapiyorduk, dergilerimi alacaktim, bir 2 kadin 1 erkek dergilerin onunde koyu bir muhabbete dalmislar, gittim dergiyi aldim, sirad abekliyoruz.. sohbetin sonu '' tanistigima cok memnun olduum, londradaki evime sizi bekliyorum, laf olsun diye soylemiyorum!!(?) mutlaka bekliyorum, ordaki evim cok guzel, cok buyuk, bahceli'' .. bu laflardan once de trafikten filan cok kisa sirede bunaldigini belirtti.. yorum yapmiyorum.. yorumlari size birakiyorum.. konu ile ilgili olmasa da asagidaki fotografin hosunuza gidecegini umuyorum:)

            
Sevgiler..
J.

6 Aralık 2010 Pazartesi

JuVe Olay Yeri: ''Av Mevsimi''

  *Rahmetle andigim Kazim Koyuncu'nun anisina su linkteki muzik esliginde okuyabilirsiniz yazimi..                                  
    Filmin en hayran kaldigim sahnesiyle acilisi yapmak istedim yorumlarimi yapmadan once..

Uzun zamandir bekliyordum filmi, Al Pacino, Jack Nicholson, Anthony Hopkins, Brad Pitt oynasa ve Tarantino, Spielberg, James Cameron filmi cekse nasil bir heyecan duyacaksam, ayni hatta daha fazla heyecan icinde..Kimsenin gidip de, iyi kotu yorumlarinin etkisi altinda kalmadan seyretmeye karar vermistim..
Carsamba'dan aldim biletimi, gelmek isteyebilecek tanidiklarima kisa bir sorgu sual yaptiktan sonra, belki diyen annemin dusunmesini beklemeden, ona sonradan bilet almayi goze alarak aldim biletlerimi..
Roportajlarini okumustum, ''katil kim'' diye takilmadan izlesin izleyici,tadina varsin diyorlardi; ama filmin icerginde de laf carptirdiklari! gibi ''sonunda katilin kim oldugu belli olmayan bir kitabi kim okumak isterdi ki!''
Ilk bir kac dakika gozum Cem Yilmaz'a alisamadi; sanki bir espri patlatacak ve bizi yine cok guldurecekti.. Evet, espri patlattigi yerler oldu; ama salondaki bir takim beyni kit seyirci toplulugunun verdigi tepki gibi, devamli gulunecek bir durum yoktu ve Cem Yilmaz ''deli idris'' karakterini cok basarili bir sekilde oynadi. Idris'in  tum sinirli,heyecanli, eglenceli, ici icine sigmayan karadenizlinin duygularini tam icimizde hissettik..
Yillarin tecrubesi ile hareket eden, emekliligine bir adim kalmis, kucuk; ama mutluluk verecek huzurlarin hayalini kuran cinayet masasi polis komiserini canlandiriyordu Sener Sen..
Uzun uzun karakter tahlillerine yer vermek istemiyorum yazida, sozlukten filan bakabilirsiniz, envai cesidini yazmislar.
Ben cinayet, olay yeri film ve kitaplarini cok seven ve takip eden biri olarak yazacagim yazimi..
Cekimler mukemmeldi bir kere.. Tebrik etmek gerek yonetmeni..
Senaryo o kadar mukemmel degildi acikcasi, su bakimdan soyluyorum, karakterlerin ic yasamlarina donuk ara hikayeler mukemmel bir sekilde islenmisti; ama ozellikle ----icerik uyarisi: kol neden kesilmisti? kolun ic kismini cevirmesi icin diretti durdu komiser.. Ille ic kismini tirmalamasi gerekmezdi, sonucta herhangi bir yerini tirmalamis olabilirdi kolunun ust kismini, boynunu ya da herhangi bir yerini.. o kadar nufuzlu biri nasil oldu da doktoru sag birakti? herkesin kafasina takildigi gibi, battal'dan suphe duyduktan sonra, hemen her yerdeki mulklerini ogreneceklerdi, olayin gectigi yerde bir evi oldugunu ogrenir ogrenmez bulabilirlerdi.. su an bir cirpida aklima gelenler bunlar icerik uyarisi sonu--- 
Ayni tarza sahip yabanci film ve kitaplarda margarita icerler toplanip, cinayet masasi ekipleri.. Bizimkilerde bir meyhanede takiliyorlardi, hatta arada toplanip egleniyorlardi.. Ne kadar gercegi yansitir bilmem; ama ilk fotograftada goreceginiz bu sahneye ben bayildim, sahnede Cem Yilmaz'in performansi takdir-e sayan!
Cok duzenli, butik bir karakola sahipti filmdeki cinayet masasi.. Polise simdiye kadar cok sukur 1-2 kez disinda isim dusmedi; ama burdakinin uzaktan-yakindan ilgisi yoktu bulundugum karakollarla..
Biraz Amerikanvariydi bu bakima; ama gozume batmadi..
Bir ''eskiya'' degil belki film; ama ben cok basarili buldum filmi..
Seyredilir kesinlikle, ben seyrederken tum eksiklerine ragmen cok keyif aldim..
Siz de ozellikle bu tarz film ve kitaplardan hoslaniyorsaniz mutlaka seyretmenizi oneririm..
Cem Yilmaz, kendi kariyerinde cok onemli bir donemec katetti bence..
Sener Sen ve Cetin Tekindor gibi 2 ustadin performansina ise benim bir sey demeye dilim uzanmaz zaten..

Gidin gorun bence; ama sinema kulturunden git gide uzaklastigini gordugum insan grubuna kulaklarinizi tikamayi, CemYilmaz'i gorur gormez gulmeye baslayan tiplere kafaniza takmamayi kendinize telkin etmeyi unutmayin..
Iyi seyirler..

J.

5 Aralık 2010 Pazar

Erken bir yeni yil yazisi:)

Gecen sene biterken, soyle yazmistim..
Ne istediysem olmus..
Demistim ki; kendi evime gidince boyumca agac susleyecegim.. Evet, susledim, iste size o kucuk suslerden bir kac minik fotograf..
Ne istediysem oldu ya,
evrene bu yil ki mesajlarimi da iletmek istedim..


Tabii ki, gecen sene oldugu gibi, bu senede ilk istedigim sey ''saglik''..
Sonra sevdiklerimle guzelce zamanlar gecirebilmek..
Daha az unutkan olmak:)
Roma, Dubrovnik, Amsterdam 3'lusunden en az birini, gonul ister ki hepsini gormek!
Palamutbukunda huzurlu bir tatil, karadeniz ya da gap turuna gidebilmek..


Balkonumu ciceklerle susleyip, yazin balkon keyfi yaparak kitap okumak..
Guzel fotograflar cekebilmek..
Arkadaslarimizla evde sen kahkahalarin yukseldigi zamanlar gecirmek..
Sevgilimle beraber, bisikletlerimizi huzunlu durdugu balkon kosesinden cikarip, surebilmek, surerken durup durup bir suru kopekle sarmas dolas yerlerde yuvarlanmak..


Him.. Bir sey daha var..
Bir labrador yavrusu.. Ismi de hazir..
Lutfen evren..
Buna gulup gecme..

Hepinize simdiden sevdiklerinizle gecireceginiz, dileklerinizin gercek oldugu, saglikli, mutlu yillar!

J.

30 Kasım 2010 Salı

"Haydarpaşa"

Haydarpaşa yangını üzerine bir yazı yazmayı planlıyordum; çok üzülmekten ziyade anlatmak istediğim o an neler hissettiğimdi, yangın sırasında Kadıköy'de, Bahariye'de geziyordum.. Binaların arasından yükselen siyah dumanı görünce, önce bir gemi mi yanıyor acaba diye düşündük, sonra "Haydarpaşa yanıyormuş" diye aşağıya koşanları duyunca inanamadık, birkaç dakika sonra gözlerimizin önünde cayır cayır yanan, Haydarpaşa'yı görünce," Tamam" dedim, istedikleri oldu.. Daha geçen gün konuşuyorduk, bir otel yerine, "bir kütüphaneye, bir sergi salonuna dönüşse ne güzel olmaz mı!" diye..
Söylemek istediklerimin hepsini, Okan Bayülgen programında söylemiş.
Lütfen seyrediniz..



J.

24 Kasım 2010 Çarşamba

İnternetten alış-veriş deneyimi : "Markafoni"


İnternetten alış-veriş çok bana göre bir şey değil aslında, sevdiceğim kullanır zaman zaman, beğenir internetten elektronik bir takım şeyler, gelir tıpış tıpış..
Benim ellemem, görmem, iyice bakmam lazım..
Her sabah rutin olarak, satın almasam bile, piyasadan haberdar olmak için 15-20 dakika trendyol, markafoni, limango gibi fırsat alış-veriş sitelerine göz atıyorum..
Almaya cesaret edemiyordum, internet sitelerinde istenilen ürünün bir türlü gelmediği, stok sorunu yaşandığı, bir problem çıktığında karşınızda muhattap bulamadığınız gibi bir sürü şey okudum..
Çok beğendiğim bir nevresim takımıyla başladı her şey, alayım bunu, bakalım nolcak dedim, hiç bir problem çıkmadı.. Ardından kedi'li mutfak eşyaları satan bir marka indirime girmişti, dayanamadım aldım - kırık,dökük gelmemesini umut ederek- gayet sapa sağlam geldi, çok güzel bir duvar saati girmişti indirime, bunu da alayım bakim dedim, sapa sağlam, vaktinde geldi..
3'te 3! Markafoni testten geçti, umarım bu yazıyı okuyup, alış-veriş deneyimi yaşayan birini hayal kırıklığına uğratmaz ve benim de yüzümü kara çıkartmaz.
Bir taraftan da benim için çok keyifli bir heyecan meydana getirdi bu internetten alış veriş olayı.. Gün sayıyorum, kargo bekliyorum, çocuk gibi sevinçle paketi açıyorum..
Keyifli alış-veriş deneyimi için teşekkürler markafoni!

J.

22 Kasım 2010 Pazartesi

JuVe Olay Yeri: "Prensesin Uykusu"


Bir Prensesten çok, Çağan Irmak'ın uykusu sanırım bu.. Ne hevesle gittim, ellerim boş kaldı diyerek çıktım..
Çağan Irmak'ın toplama pozitif düşünce kitapları ile, kendisine yöneltilen film eleştirileni ti'ye alarak  film içinde cevap verdiği, eli değmişken biraz -başarılı! hakkını yememek lazım- animasyon ve çizgi-film geçişler yaptığı,
bomba gibi oyuncuların kendi oyunculuklarını tatmin ettiği bir filmdi..
Sevinç Erbulak ve Genco Erkal'ı hiç tiyatro sahnesinde seyretmemişse izleyici, filmde oyunculuklarına doyabilir..

Kaderin kadersizliği, bir şeyin -kötü bile olsa- olmasında o an üzülsek bile başka bir şeyin oluşması için iyi oalcağını anlatan pozitif düşünce kitapları vardır ya hani, bu kitapları sınıflandırın, en basit olanlardandı işte bu kitap!
Film konusundan bahsedeyim isterseniz özetle, bu kadar şiddetli eleştiriden sonra..
 2 ev arkadaşı vardır, kuaför bir kadın ve kızının apartmanlarına taşınıp, kadının eski sevgilisinin eve gelip kıza bir tokat atıp, kızın komaya girmesiyle hayatları değişir.. Aralarında bir bağ oluşur, kızın yazdığı günlüğü tamamlarken uyandığında okusun diye, günlüğün içinde kızın tuttuğu dilekleri gerçekleştirmeye çalışırlar..

Çok gitmek istiyorsanı,z ben sizi engellemeyeyim; ama benim beklentilerimi karşılamadı film..
Sonuçta aynı salonda seyrettiğin kişilerden bir çoğu oldukça güldü, ben 1-2 sahne dışında pek gülecek bir şey bulamadım..
Çok daha güzel işlenebilir bir konu olabilirdi, dediğim gibi aynı konuyu çok daha farklı yansıtabilir, sıradanlıktan kurtulabilirdi.. O efsane oyunculara ve başarılı animasyon geçişlere yazık olmuş..
Bir de film sanki Redd grubunun tanıtımı için yapılmış, gereğinden fazlaca bahsedilmiş.. Sebebini anlayamadım.. Filmi izlerseniz ne demek istediğimi anlarsınız.

İçerik uyarısı:
Ekşi sözllükte okuduğum şu yoruma tamamen katılıyorum;
genco erkal arabada ölse, tam o sırada redd kızı öptüğü an kız uyansa ve film orada bitse kurşun yemiş gibi çıkardık salondan yemin ediyorum.


İçerik uyarısı sonu




J.

7 Kasım 2010 Pazar

JuVe Olay Yeri: "J'adore"

Sonunda..Evet sonunda efendim olay yerimiz J'adore..
1 senedir methini duyduğum, bir fırsat bulup gittiğimde, boynum bükük geri dönmek zorunda kaldığım J'adore'a sonunda gidebildim.. 
Ben çikolata tutkunuyumdur; ama her çikolatayı yemem, illa ki bitter olacak.. He, tatlı krizi geldi mi, gözüm bitter,sütlü,fındıklı, fıstıklı görmez, ne varsa süpürürüm.. Küçük portakallı, üzümlü bitter kaplı drajelere bayılırım, 1 oturuşta hepsini yiyebilirim.. Çikolata fondüsüne bayılıyorum; uzun bir süre malum dükkandan yedim, fakat malum dükkan fiyatlarını gereksiz yere arttırınca fondü tutkumdan da biraz uzaklaşmıştım.. 
Yakın arkadaşlarım "Taksim'de J'adore git, orda yediğin gibi bir çikolatayı hiç bir yerde yememişsindir, çok güzel bir yer, sunumları harika, oh!la la beatrice yemeyi unutma! fondü'yü 2 kişilik isteme, gittiğinde 1 kişilik iste, 2 kişiye yetiyor" dedi..
Sevgilimle büyük bir hevesle gittiğim bir gün, yer olmadığından boynum bükük dönmüştüm.. 
Geçen hafta tekrar gittik.. Kendimi her şeye hazırlamıştım, yeniden boynum bükük döndüğümde üzülmemek için fazla heveslendirmedim kendimi.. 
İçeri girdiğimde, beklentisiz "yer var mı?" sorumu yönelttim garsona, "tabii" cevabını duyduğumda daracık tahta merdivenlerden, sıralı çikolata dağına bakmadan uçarak çıktım..
Bu fotoğrafı aşağıya indiğimde çektim, gördüğünüz gibi pas geçilecek gibi bir çikolata topluluğu değil bahsettiğim dağ:)


Sonrasında yukarıya çıkıp, kendimize küçük masalarda bir yercik bulduk, hiç gitmediğim halde birden Paris'te butik bir çikolata dükkanında hissettim, belki kendimi şartladığımdandır.. 


Siparişlerimizden önce,hemen bir sürahi limon dilimi ve nane yaprakları içeren su ve kesme su bardağı geldi masamıza..

Mutlu,mesut bakıyorum suya..Sanki ilk defa su gördüm!
Hemen siparişlerimizi verdik, "Oh! la la beatrice ve bir fondü sil vous plait!"


Yoğunluktan biraz gecikse de, değeceğini bildiğimden -yandaki masalarda gözüm- hiç mızmızlanmadan bekledim.. 




                                                  Karşınızda 1 kişilik fondü çikolatası!
ve..

meyve tabağı...

Şimdi sırada beatrice'de....
Oh!la la! demeyeceksiniz de ne yapacaksınız bakalım.. 



İçinde meyve parçaları, çikolatalı ıslak kek, eritilmiş çikolata ve şanti var .. 
Hepsini bitiremedim tabii.. 
Benden tavsiye, öğünler 2 kişilik burda, gittiğinizde 2 kişiye bir tane sipariş verin..

Yemelere doyamadım, kalanı paket yaparlar mı acaba diye düşünürken de hiç utanmadım!
Mutlu mesut ayrıldım, en kısa zamanda yeniden buluşmak dileğiyle ayrıldım... 
Hee.. He sap ne kadar diye sorarsanız, yedik, içtik, eğlendik, 20 lira hesap ödedik.. 
Denemedim, bir dahakine de çok övülen aromalı sıcak çikolatalarını deneyeceğim; ama bunun için havaların biraz daha soğumasını bekleyeceğim... 

Bu güzel pazar gününde erkenden yazdım bu yazıyı, alışveriş merkezlerinde boğulmaktansa, alın fotoğraf makinenizi, çıkın dışarı, yalnız ya da bir yol arkadaşıyla, önce karaköyde balıkçılarda oynayan kedileri sevin, sonra da tünelden yukarı çıkarken köpekleri:) Yemek yiyin güzelce, kitapçıları gezin, J'adore da güzel bir mola verin.. 

Sevgiler.. 
J.

29 Ekim 2010 Cuma

Mars Evinden Dünya Evine bir yolculuk...

Bu bir tesekkur yazisidir*


Öncelikle, -klasik bir giriş olsa da- bizi büyüten, biz büyürken yanımızda olan ailelerimize binlerce teşekkürler..
Gelen herkese teşekkürler,
Sıkışık zamanlarımda arayıp, yardıma ihtiyacın var mı diye soran her tanıdığıma teşekkürler,
Kendi deneyimlerini aktaranlara, işlerimi kolaylaştırmak için fikir verenlere teşekkürler..
Evimi, kendi yapacaüımdan  bile güzel hale getiren Anneme ve Yıldız ablama teşekkürler..
Her şeye koşturan, son 1 ay elim ayağım olan abime teşekkürler..
Komşularım, arkadaşlarım, çalışma arkadaşlarım -kısa bir süredir beraber olsak da tam tekmil yanımda olmanız süperdi- teşekkürler..
Özel günümüzü unutulmaz karelerle sonsuza dek hatırlamamızı sağlayan, stresimizi alan, bizi eğlendiren, günlerce "inşallah yağmur yağmaz" diye dualarımın karşılığını, "iyi ki yağmadı, ne güzel gündü!" diye sonlandıran sevgili Esra Pozan'a binlerce teşekkür..
Ankara'dan gelen arkadaşlarımızın ayaklarına sağlık.. çok teşekkürler.. iyi ki geldiniz..
Nilo'm.. Ayaklarınıza sağlık iyi ki geldiniz, bir de beni duygulandıran bu yazıyı yazmışsın! Ne güzel fotoğraf(lar?) çekmişsin.. Çok teşekkürler canım..
Canım Filiz ablam,Necla teyzem,Erinç ve Can'on:) Keşke Nevzat amcam'da görebilseydi.. 2.ailem.. canlarım.. teşekkürler..
Kankalarımız.. Canlarımız.. İyi ki vardınız.. Dezinho, Gözde, Sp, Aslı.. Love u all!
Didom...Kaan..Sarı papatya, Yeşo, Merve..
Yalnız kalan Sinem.. (kusura bakma tatlım)
Daha gerisi gelir ya bunun.. Şimdilik bu kadar ..
Hepinize TEŞEKKÜRLER..
J.

20 Ekim 2010 Çarşamba

Hayat,böyle bir şey!

Cesar Millan'dan öğrendiğim çok şey var, bu adamı artık hayat felsefi yüzünden, köpeklerden çok insanlarda basit değişikliklerle hayatlarımı kolay hale getirebileceğimizi göstermesinden dolayı daha çok seyretmeye başladım.. Ondan öğrendiğim çok şey var, çok sevdiğim için, doğru olan şeyleri de yaptığımı düşündüğüm bir şeyi, "köpekleri sevmeyi" bile yanlış yaptığımı gördüm çoğu zaman..

Çok sevmek, aynı zamanda doğru yaptığımı göstermiyormuş, bunu öğrendim..
Ve çok güzel bir söz daha geliyor cesar'dan;


                     "Yerinizi korursanız, istediğinizi alırsınız;
                çünkü hayat böyle bir şey!"...

J.

19 Ekim 2010 Salı

"Köprüdür, sallanır!"

Lise 2.sınıftaydık, rezonansın etkisi göstermek için video odasına gitmiştik.. Ne seyredeceğimizi bilmediğimiz için, kara tahtada problem çözmekten daha eğlenceli geldi tabii, "ders kaynar" kafasıyla doluştuk video odasına..
Bir köprünün açılışını seyrettik, herkes neşeyle geçiyor, askerler "rap rap" ritmik yürüyorlardı.. Bu rap rap ritmik yürümeler köprüde dalgalanmaya sebep oldu, dalgalar büyüdü,büyüdü ve sonunda açıldığı gün köprü yıkıldı..
O videoyu bulamadım; ama etkisi için aşağıdaki videoyu seyredebilirsiniz..



130.000 kişinin geçişiyle sallanan köprümüz için, sayın ulaştırma bakanımızın yüreğimize su serpen açıklamasıyla yazımı bitirmek isterim.. "köprüdür, sallanır"..

J.

16 Ekim 2010 Cumartesi

"You and me babe, how about it?"

Tık!

Aşk, sevgi..
Tarif edilmez şeyler derler ya hep..
Benim için şu kadar basittir; siz hastayken, şişeyle hapınızı içemeyeceğiniz için, ilacın saati geçmesin diye, o anda bulunabilecek en yakın yerden karton bardak alıp, suyla sevgilinizin yanınıza gelmesidir.
Sonsuza dek "evet" sevgilim..
seni çok seviyorum..
son 7..

"I love you like the stars above, I'll love you till i die..there is a place for us"


  bundan 40 sene sonra böyle olacağız.. 

  ve bir sürü yer görmüş, bir sürü şey yaşamış, birbirimize takılan,
 huysuz, çenesi düşük ihtiyarlar olacağız;ama birbirimizi çok seveceğiz.. 
seni çok seviyorum.. 
J.

5 Ekim 2010 Salı

"Televizyon programı", "Minibüs canavarı" ve "smack down"

Çalışmaya başladım ya , sabah haberlerinde seyredip ,her gün şok olduğum şeyler dışında yazacağım pek bir şey olmuyor, her zaman depresif şeyler yazarak sizi de sıkmak istemiyorum.. İçinden gelmiyorsa, yazamıyorsan, bulamıyorsan kasmayacaksın..

*Şimdi işten gelirken gördüm, hani "çakma" ayakkabılar, çantalar, ikoncanlar bile gördük de, "çakma televizyon kanalı" göreceğimiz aklıma gelmezdi doğrusu..
"1 kadın 1 erkek" programının çakması gibi bir dizi ile "4 kadın 1 erkek" (artık erkeklere ne mesajı verilmek isteniyor bilemiyorum tabii, dizi bahanesiyle alttan alta, 1 erkeğe 4 kadın mesajı veren bir dizi midir nedir bilemiyorum), "32.gün" programının çakması, "7.gün".. ve kimbilir daha neler neler;ama çok orijinalmiş gibi- evet orijinal "orijinal" diye yazılır, "orjinal" yanlış yazımdır- bu programları vermişler reklam panolarına kendilerini tanıtmak için.. Kanalın ismi "beyaz tv" eğer merak ettiyseniz ve ben de yanılmıyorsam.. Seyretmek isterseniz ya da meraktan seyrederseniz beni de bilgilendirin programla ilgili:)

*Sanki her gün haberlerde binlerce trafik kazası olmuyormuş gibi, bunları ibret olsun diye yayınlamıyorlarmış gibi, daha yeni minibüs kazasında bir sürü kişi ölmemiş gibi, bugün bindiğim minibüsün şoförü, önümüzdeki arabaların üstünden minibüsün uçup uçamayacağını ya da üstünden ezerek geçip geçemeyeceğini test ediyormuşcasına araba kullanıyordu. Düzgün kullanması için uyardığımızda "çok konuşmamızı,beğenmiyorsak inmemizi" buyurdu bize, "çek kenara,polis çağırcam" dediğimde devam etti yoluna.. Ha inince polise söyledim, ne oldu bilemem,bir şey olur mu diye sorarsanız "sanmam"..
Bu arada cep telefonundan direkt olarak 154 aranmıyor, nedense? 155'i arayıp onlara bildirdim, onlar da arkadaşlarına ileteceklerini bildirdiler bana..

*Geçen gün yazmıştım ya, kendi çocukluk anılarımı anlatırken, "çocuktur, kandırmaya çalışayım, nasısa yemez, düşünür o kadarını, oyun yapayım" demeyin, "çocuk" aklı ermez ... İşte ermemiş çocuğun aklı.. Ailelerin aklı nerde onu da bilmem..
Ne mi oldu, "smack down" diye bir dövüş olayı var, kontrollü olarak kişiler birbirini ordan oraya fırlatıp, boğazlarına filan çöküyolar metrelerce zıpladıktan sonra..




İşte çocuğun biri anlamamış, ortaokulda, kantin sırasında, "smack down" da gördüğü hareketleri denemiş arkadaşının üstünde ve ölmüş arkadaşı olay yerinde..
Güçlerinin farkında olmayan ya da yapacakları hareketin sonunu düşünemeyen bu yaştaki çocuklara, neden aileleri bu tarz şeyler seyrettirir acaba?
Noldu şimdi? Nolacak şimdi?
Artık ölüm haberlerini bile umursamaz olduk, her biri sadece bir sayı halini aldı.. Bugün teröre bilmem kişi kurban verdik, trafik kazasında şu kadar kişi öldü, şu kadar çocuk okulda ihmal yüzünden öldü, kapatılmayan çukura batan çocuklar ölüverdiler..
Ne kadar normal değil mi artık..
Bir şeyleri değiştirmek için daha ne olması gerek acaba..?
Belki de birisinin gelip yüzümüze böylece tükürmesi..
O zaman kendimize geliriz belki..

J.

27 Eylül 2010 Pazartesi

Hadi Houseculuk ,pardon doktorculuk oynayalım!



Henüz oynayamadım; ama benim vaktim yok diye ,vakti olanları bu zevkten mahrum bırakmak istemedim..
Severek izlediğimiz, 7.sezonuyla ekranımızı şenlendiren, hem kendimizi tedavi ettirmek isteyeceğimiz, hem de bir yakınımızı deneye-yanıla tedavi etse dayak manyağı yapacağımız House'un oyunu çıkmış efendim..


Öyle müthiş bir oyun beklemeyin sakın.. Arada 2 resim arasında farkları bulacağımız, puzzle gibi eşleştirmeler yapıp etap atlayacağımız;ama ne olursa olsun House'a ait bir şeyler göreceğimiz - en azından çizgi halini- bir oyun olacaktır.. - bu tarz oyunları oynamayanlara ya da bilmeyenlere özel dipnot- 



Oynamak, diğer ekran görüntülerine göz atmak isterseniz şurayı tıklayınız.
Benden önce oynarsanız da bir zahmet neler olup bittiğine dair bir yorum yazınız.. 
İyi oyunlar.. 
J.

26 Eylül 2010 Pazar

"Güzel Türkçemiz"


Şimdi ürünlerin çevirilerini yapıyorum ya yeni işimde, olduğu gibi Türkçe kelimeler kullanmak istiyorum elden geldiğince; fakat bir yerde elim kolum  bağlanmıyor değil..
Mesela , "lifting".. Kozmetik ürünlerinin lifting etkisini Türkçe kullanmak için,tam anlamını verecek bir deyiş bulamıyorum.. Zaten hoş karşılanmıyor, "anlamını bulmadığı için"..

Anlayamadığın nokta şu yalnız,

Güzel Türkçemizi zaten yayvan ağızlı kurbağa edasıyla konuşan genç arkadaşlarımıza, daha da güzel örnek olmak için herhalde, yeni nesil gençlik dizilerinde "bir drink almaya gelmiştik!","pi aarcı","skeetchbuuk".. gibi, neye özendirdiklerini, ne yapmaya çalıştıklarını anlayamadığım diyaloglar bulunuyor. 
İngilizce öğrenmeye mi yönlendiriyorsunuz?, zenginler böyle mi konuşur aralarında demeye getiriyorsun?.. 
Başka soylu, zengin aile dizileri de görmüştük, hiç böyle konuşmuyorlardı?

İlkokuldaki Türkçe kitaplarımızda, "okuduğumuzu anladık mı" diye bir bölüm vardı, artık "ne konuştuğunuzun farkında mısınız? Konuştuğunuzu karşınızdaki anlamış mı?" bölümlerinin olması gerek herhalde.. 

Bir ülkede dil elden gidiyorsa, beraberinde benliğimizde götürmeye başlar..
Tarih bilgim zayıf olabilir; ama kronolojisinde zayıftır ve bunları görmek için yakın tarihe bakmak yeterlidir. 
J.


19 Eylül 2010 Pazar

Pazar günü hikayeleri

Pazar günü aile günüdür,çocukluğumu hatırlatan gündür bana..Sabahları kalkıp aile filmlerinin,"alf"in seyredildiği, kahvaltı edildiği, hani klasik 80'lerin sonunda 90'ların başında çocuk olma durumuna göre,yıkanıp paklanıp, parliament gece klübünün jeneriğinin sesiyle beraber,film aklınızda kalarak,tıpış tıpış odanıza gidip "uyu" komutunun geldiği gündür..

Bir kaç komik çocukluk anısı anlatmak istedim size bu pazar günü,gününüz neşe olsun diye.

Annemin biz çocukken dışarıdan bir şey yememizi istemezdi;ama çocukluk işte, o zaman site çocuğu olmadığım için, sokakta seksek oynayıp,ip atladığımız,parka gittiğimiz, ayı oynatan amcaların ve seyyar dönme dolap salıncağın sokağımıza geldiği zamanlardı..Daha da güzeli atının arkasında taze sebze meyve satan amcamız vardı "onlik amca".. Atıyla beraber gezip,sebze satan başka birini görmedim şimdiye dek,kafasında hasır şapkasıyla..Keşke resmi olsaydı da gösterebilseydim size.

Neyse.. Mısır isterdi canım,ben de diğer çocuklarla beraber yemek isterdim..
Annemden dışarıdan yememem için cevabı söylüyorum size: "Adam onun içinde akşam donlarını kaynatıyor, gündüz de mısırları kaynatıp satıyor. Ben pazardan alır yaparım!"



Artık büyüdüm;ama şimdi de aldığım onca mikrobiyoloji dersi,parazit dersi,şudur budur;ama en önemlisi annemin çocukluğumdan altbeynime işlemiş sözleri dolayısıyla yiyemiyorum sokakta mısır:)
Herhangi birinizin annesinin,anneannesinin,babaannesini varsa böyle sözleri,paylaşın lütfen..

Bir diğer anım da şu..
Abimle aramızda 11 yaş fark olduğundan, pek beni yanında dolandırmak istemezdi, her akşam koruya basketbol oynamaya giderdi, ben de isterdim onunla gitmek,o da ben gelmiyeyim diye, her gün rutin öğle uykusunda "bak ben de uyuyorum" diye yatardı - ben uyurken kaçacak ya - ..
Annem beni kendi yatak odalarında yatırırdı, abim de bizim odamızda yatardı ve bir oyun başlatırdı.. Bir çekişte en fazla kaç "kaş" çekeceksin, bir çekişte en çok kaç "saç" çekeceksin oyunu..
Abimi geçmek var ya işin sonunda,çeker çeker durur,bir odadan öbürüne çekip tek tek saydığım saç ve kaşlarımın adedini söylerdim,bir gün bu kaç,saç çekme oyunu bitip,ben uyuyup uyandığımda annemin "kaşına noldu!" diye bağrınmasına kadar.. Bir kaşım neredeyse hiç kalmamıştı çünkü! Abim, gerçekten saçımı ve kaşımı çektiğimi düşünmüyormuş, son oldu tabii ..
Diyeceğim odur ki, çocuktur,anlar,yemez diye düşünüp de,olmadık oyunlar türetmeyin..

J.

15 Eylül 2010 Çarşamba

JuVe @Sally's Spa

Ben bilerek oynuyorum bu oyunları, evrene mesaj gönderiyorum. "Pet Shop Hop" oynuyorum ki ,bir gün kendi evcil hayvan eşyaları satan dükkanımı açabileyim, "Dinner Dash" filan oynuyorum ki,bir gün kendi kafemi açabileyim diye:)

"Sally's Spa"yı da,"ooohhh" diyip rahatlamak için oynuyordum aslında.. İnsanlara spa masajı yaptıkça oyunda, ben rahata eriyordum..

Derken derken bu iş arayan JuVe, evlenene dek artık iş aramamaya karar vermişken,rahat rahat hazırlanayım şu son zamanlarda demişken,tesadüf eseri bir iş ilanı görür. Kuzguncukta gittiği kafede,sahil kenarına otururken hep,o gün içeri geçer, bir çay içerken,bir de yan masadan gazetenin ekini alır.. İnsan kaynakları ekinde iş ilanını görür, mail atar.. Nasılsa hemen ararlar..
Bu sürecin sonunda çabucak spa ürünleri içerik çevirmeni,eğitmeni,katalog düzenlemecisi olur.
                                                  

                            
Bir gün tatilimi yapıcam böyle inşallah.. -iş buldum ya,saç paraları- parmak uçlarıma masajlar, göz kapaklarıma ısınmış taşlar,ellerime minnoşlar şeklinde..

Şaka bir tarafa iş arama durumunda olan, bir sürü okul okumuş, evde depresif bir şekilde cevap bekleyen tüm okurlarıma" hayırlısıyla bir iş " diliyorum .

J.

11 Eylül 2010 Cumartesi

"Niyetin gücü"

Olumsuz düşünmemek lazım ya,olumsu düşünceleri içimizden savurmamız lazım ya..
Geçen gün yine Cesar'ı seyrediyordum;köpek eğitiminden çok "enerjiyi"  doğru yönlendirmenin ne demek olduğunu öğrendiğim meksikalı davranış bilimleri uzmanı mükemmel adamı.
Olumlu düşünmekten bahsediyordu,o enerjinin etrafımızdakileri,köpekleri nasıl etkilediğinden ve zihnimizde düşündüklerimizin hayatta nasıl yer bulduğundan.Bunları dinlerken aklıma hep Hipnoz'cu kitabında anlatılan, aslında olmayan;ama kendi kendimize yarattığımız görünmez duvarlar geldi aklıma..
Türk dizilerinde görüp güldüğümüz, her şeye rağmen belki denenebilir, orangutanın hamster zerafetiyle iki elimizi ritmik şekilde göğsümüzde ki  akupunktura göre karaciğerimizin enerji noktasına vurup,derin nefeslerle dışarı atacağımız olumsuz düşüncelerden bahsetmiyorum tabii.

Ne diyordu Cesar;

"Gerçekçi olan ve zihnimde yarattığım her şey gerçeğe dönüşüyor.Bu, "niyetin gücü"dür."

J.

7 Eylül 2010 Salı

"Hayal Havuzu"

İstemek önemlidir,çabalamak da..
Hayal etmek de güzeldir,bazen sahip olamayacağınızı düşünseniz de,hayatta hiç bir şey kesin değildir..

Hayal havuzu diye bir olay varmış,hayallerinizi yazıyormuşsunuz,en çok destek gören hayali gerçekleştiriyorlarmış..

Ben de hayalimi yazdım oraya.. Desteklemek isterseniz şuraya bir tık!
Siz de sizinkileri orada ve bu yazının yorumlarında paylaşırsanız ne güzel olmaz mı!

Benim hayalim basit.. "Hayvan eşyaları satacağım küçük butik bir dükkan istiyorum,köpeğimle birlikte işe gidip geleceğim,samimi sohbetlerin olduğu küçük bir dükkanda kendi işim!


Herkesi mutlu edecek hayal her neyse, umarım gerçek olur!


Sevgiler.. 
J.

6 Eylül 2010 Pazartesi

Yazmadığım zamanların özeti


Yazmadığım şu zaman diliminde neler oldu merak edenler varsa özetliyeyim..
*İş arayışlarım devam ediyor;ama aynı zamanda nikah davetiyesi,şekeri,bıdısı,budusu gibi şeylerle de ilgilenmem gerekiyor. İş arayışlarıma paralel olarak bu işe girmeye karar verdim,iyi para var gibi görünüyor.
Ne kadar üzülsem de hem o ağaçlara yazık olmasına hem de çöpe atılacak olmasına "davetiye" yaptırılması gereken bir olay.Bu işlere bir bulaştığınız zaman da kimse gözünüzün yaşına bakmıyor,nasısa "alıcaksınız".. 

*Bu işlerle uğraştığınızda herkes yardım etmek için 4 koldan kendi deneyimlerini paylaşıyor, en iyi kararı kendilerinin verdiğini düşünüyorlar.. Öyle değil aslında, bu kadar fikrin ortasında en son karar verdiğinizde -herhangi bir şeyle ilgili- o kadar rahata eriyorsunuz ki, karar verdiğiniz durak size en iyi seçimmiş gibi geliyor.

*Film falan seyrediyorum,öyle kafa dağıtmalık. Romantik Komedi'yi seyrettim.
Gürgen Öz'ün seyrettiğim en başarılı performansı sanırım. Sırf o bardaki sahne için seyredin derim,gerisi faso fiso. Kafanızı dağıtmak isterseniz seyredin,mantık aramayın.Cemal Hünal'ın oyunculuğunu neden kimse beğenmiyor,bu kadar uyuz oluyor onu anlamadım. Bu kadar olumsuz eleştirinin ardından dur bir bakayım dedim, İngiltere de ve Amerika'da almış hem de eğitimini. "Boşver,herkese bakma" dedim kendi kendime, geçtim..

*Çok güzel bir blog keşfettim, bir fotoğraf sanatçısı,bebeği uyurken onun rüyalarını tasvir eden tasarımlar yaratıp,blogunda yayınlıyor.Mila'nın rüyalarına bakmak isterseniz, tıklayın.




*Bu kadar olayın arasında hasta oldum,sümüklerim aktı.. Hiç sedatif (sakinleştirici,uyku verici) etkisi yok denilen,nezle semptomlarını geçiren bir ilaç aldım,iyi ki yokmuş öyle bir etkisi,bilgisayar başında hiç uyumamıştım!
Hala arada ateşim çıkıyor,burnum günde 4 kere fınkırıyor delicesine.. Kendinize dikkat edin.. 
Sümüklü de olsam Nilo ile Habo'nun minik oğlunun doğumgünü partisine katıldım.2 yaşındaki canavarlar içindeyseniz,çocuk da seviyorsanız,"her şeyin minyatürü güzel be" diyip küçük ayakkabılara bakıp mutlu oluyorsunuz;ama bir taraftan da anne-babaların konuşmalarına başka bir gezegenden konuk misafir olmuşcasına bakıyorsunuz:) 

Bunların dışında yuvarlanıp gidiyorum işte.. Yuvarlanırken bir şeye çarpıp,çarptığım şeyi anlatana dek hoşçakalın.. 

J.

24 Ağustos 2010 Salı

Abimden iş görüşmesi tavsiyeleri..


İş başvurusu yapıyorum,pek geri dönen olmuyor iyi bir cv'ye sahip olmama rağmen her nedense.. 
2 haftadır görüşmelerine gittiğim,çalışmak istediğim bir firma var, hala sonuç beklediğimden, abim arada soruyor naptın diye ve tavsiyelerde bulunuyor. 

*Nip/Tuck ın bütün sezonlarını seyrettim de. 


*House u da ezbere biliyorum de. 


*"Kayalık dağlar benekli humması"nı bildiğini unutma. 
(kayalık dağlar benekli humması diye bir hastalık hakikaten varmış, abim kaptan ya,gemide elinde antibiyotik,hangi hastalıklarda kulanılması gerektiğini okurken "kayalık dağlar benekli humması" nı görmüş ve bu isme çok gülmüş-gülünmeyecek gibi değil- ben uydurduğunu sandım,sonra house'u seyrederken gördüğümde kulaklarıma ve de gözlerime inanamadım:) -)
*Edirne lehçesine hakim olduğunu ekle.
-"Call of Duty" oyununun  yürekten izleyicisiyim de. 


Evet, bu işle ilgili 3 mülakat yaptım, açıkçası artık anlatacak başka bir şeyim kalmadı.
Bir daha ki görüşmede bunları anlatabilirim,bir zarar görmüyorum..


                                             En sonunda bunun gibi bir mülakatla karşılacağım galiba:)

Bakalım,kısmet,hayırlısı... bıdı bıdı.


Görüşürüz..

J.
Related Posts with Thumbnails