25 Şubat 2010 Perşembe

Karma'm


Efendim haftanın 7 günü okul ve boş olduğum zaman öğretmenlik stajı-ne zaman boşum bilmiyorum;yaratacağım,yaratmak zorundayım- dolayısı ile artık çok fazla zamanım yok blogla ilgilenecek, yine de zaman buldukça yazacağım,olay şu ki dün tam yazayım diye fırsat bulmuştum ki,blogum sapıtmıştı..
Bloggerlar saolsun,sonra hallettim sorunu;ama ben benden geçmiştim,yazamadım..Sabah dersimin iptal olmasıyla işte karşınızdayım..!

Cumartesi günü komşumuz Fikret Sevinç'in resim sergisi açılışı vardı kadıköy belediyesi sergi salonunda, olay tanıdıklarıma dönünce ,şevklerini,emeklerini burnunuzun dibinde görünce olumsuz bir eleştiri gelmiyor aklıma..

Soyut ve somut resimleriyle ve herkesin bildiği önemli resimler ve ressamları kendi gözünden yorumlamasıyla keyifli bir sergi günü geçirdi bize.. 
Size en beğendiklerimi göstermek istiyorum!




Bu serginin en beğendiğim resmiydi..




                                       Bu en huzur verici olanlardan biri..






Bu ikisinin yorumu bakana göre değişse de,
bana göre kalabalığın içinde ne kadar kaybolduğumuzu,ne kadar kör olduğumuzu gösteriyor çoğu zaman.. 




Bu resim beni hayallerime götürdü, 
hamak,ağaçlar,deniz ve güzel bir akşamüstü.. 




Ve sizi tanıdığınız simalarla başbaşa bırakayım şimdi de.. 







Ben çok geç kaldım sergi haberi için,
yine de gitmek isterseniz yarın son gün!

Sevgiler.. 
J.

Not: Lütfen emeğe saygı, yukarıda paylaştığım resimlerin tüm fikir ve sanat hakları Fikret Sevinç'e aittir. 
İzin almadan kullanıldığında, kullanan kişi ve/veya kişiler hakkında hukuki işlem yapılacaktır!

19 Şubat 2010 Cuma

Yararlı cemiyetler:)

Efendim ne zamandır yazacağım,unutup duruyorum..
Aklıma gelmişken hemen eklemek istedim bloguma..
Yabancı dizileri indirmek bir dert,torrent bulmak bir dert,kaliteli bir web sitesi bulmak bir dert.
Şöyle ya da böyle eskiden beri diziport'u kullanıyorum yabancı dizileri takip etmek için;dürüstçe söylemek gerekirse,tıkladığım bir çok dizi bölümüne "ooopps!Bulamadım!" yazı ile karşılaşıyordum ya da pikselleri kocaman kocaman kalitesi düşük seyrediyordum kısa bir süre öncesine dek;ama son zamanlarda atağa kalktılar..
Hemen geliyor bölümler,dizilerin kalitesi harika..



Ve işte desperate housewives'dan bir görüntü:)


Merak etmeyin sürekli tepede bir diziport yazısı yok.. İşte ilgilenenler için adres efendim,tıkınız!


Şimdi 2. sitemize geldiğimizde, bu site yeni şekilleniyor,fikir güzel, filmleri kategorilendirmişler ,ilginizi çekecek kategorileri tıklıyorsunuz,size bir bir filmleri sıralıyor site..
Sitenin çıkış noktası da,sloganı da sinema düşkünlerine göre zaten, "bugün ne izlesem" sorusunu yanıtsız bırakmıyor.
Kategoriler geniş, modunuza göre film seçebilirsiniz,içeriğine,türüne,filmin geçtiği döneme göre,filmi izleyen kitleye göre hatta aldığı ödül ve övgülere göre seçebilirsiniz filmi!
Filigi  için TIK!


En son tavsiye edeceğim site de geliştiriliyor;ama çok faydalı bence.
Henüz 3 havaalanı için çalışsa da,havaalanına gelen uçakların inip inmediği, rötar durumunu öğrenebiliyoruz.
Dediğim gibi şu an sadece Atatürk,Esenboğa,Adanan Menderes havaalanları için çalışmakta.
Sitenin ismi de çok güzel:) Uçacaksıınn:) 

Site için Tık..

Hayrını görün,
Sevgiler.. 
J.

18 Şubat 2010 Perşembe

Mim Patlaması!

2 adet MiM zıpladı üstüme,biri geçen hafta biri de dün.. Cevap vermem geciktikçe cevap verme ihtimalim düşecek;çünkü haftanın 7 günü okul var :)
O yüzden cevap vereyim istedim bugün..
İlk önce Çilli'nin mim'inden başlamak istiyorum.

JuVe minooşken:)


*İlk maddede beni mimleyen kişi söylemem gerek.. Çilliiiii:D yukarıda hemen linki de verdim.. 

*Çocukluğunuzda anne- babanızla (ya da aile büyüklerinizden birileri) yapmış olduğunuz ve sizi siz yapan bir olay,aktivite.. ? Ve hangi yönünüzle sizi siz yaptığı.. ?

Annem ve babam..Dürüst olamayı,sonu ne olursa olsun doğru bildiğim şeyin arkasında durmamı, inanmak istediğim her şeyi kendim seçmemi;ama mutlaka araştırmamı, ne olmak istiyorsam,ne yapmak istiyorsan hep arkamda olmayı sağladılar.. Tutamayacağım sözleri vermemem gerektiğini.. 
Teyzemden gelen,teyzemle geçirdiğim yazların,zamanların da etkisi,girişimci olmamdır sanıyorum.. Yeni de tanışsam bir kalabalıkta kenarda durmam,el atarım.. 
Kaliteli zaman geçirmeyi de kalbimde hep ayrı bir yeri olan hiç görmediğim dedelerimin yerine koyduğum canım Nevzat amcamdır.. Tüm çocukluğum,okuma-yazmayı,matematiği,saatleri-o saatleri öğrenirken ne çekmiştim- hepsini sen öğrettin.. Keşke bugün de neler yaptığımı görseydi.. Seni hep özleyeceğim.. 

*Çocukken oynamayı en çok sevdiğiniz oyun ve oyun aparatı?

Evcilik oynamak için kilimleri, hala sakladığım bebeğim Emre:),ip atlamayı sevmeyen bir kızı da tanımıyorum?, çok yalvardığım ve çok geç kavuştuğum barbie bebekler.. 

*Sokakta oynar mıydınız?

Hem de nasıl! Akşamüstü olsun diye bekle bekle geçmezdi zaman;çünkü güneş çekilmeden sokağa çıkmam yasaktı.. Şimdi ki gibi site çocuğu değildim, herkesin herkesi tanıdığı bir yerde büyüdüğüm için saklambaçlar,sobeler,ebeler,istoplar.. Aahh ah..
Abimle de aramızda 11 yaş fark olduğu için beni pek yanına almak istemezdi;ama her defasında basketbol oynamaya gittiği Fethi Paşa 'ya beni de götürmesi için yalvarırdım. 

*Çocukluğunuz ve ilk gençliğinizle ilgili keşke şöyle olsaydı dediğiniz bir olay.. 

Abimle aramızda bu kadar yaş farkı olamasaydı keşke diyorum bazen, bir de herkesin köyü,bahçesi bir yeri vardı ya gittiği, "biz köye gittik" muhabbeti olmadı hiç bir zaman hayatımda, hadi biraz temiz hava alalım değişiklik olsun diye gidebileceğim bir köyümüz yok maalesef.. olsaydı derim hep hala.. 
Bir de ilkokul5.sınıfta acıbadem'e taşındığımız için ilkokulumun son senesini başka bir okulda bitirmek zorunda kalmıştım.. Keşke kendi okulumda bitirebilseydim.. 

*Çocukluk ve gençlikle ilgili iyi ki böyle olmuş dediğiniz bir olay.. 

Sahip olduğum her şey iyi ki öyle oldu,arkadaşlarım,sevdiklerim,yaşadıklarım.. İyi ki hepsi öyle olmuş!:D

*Varsa çocukluk döneminde bugününüzü etkileyen bir olay,anı.. 

Ah ya.. Bu olay çok değişik, pek hoş değil aslında, yan komşumuz vardı,şimdi zararsız olduğunu anlayabiliyorum;ama çocuk aklı oldukça ürkütüyordu beni,alkol kullanırdı çok,öyle ki bakkalın sandalyesinde otururken düşmüştü bir gün..Değişik değişik hareketlerde bulunuyordu,onu gördüğüm zaman tırıs tırıs kaçardım... 
Bir de abimin çok yakın bir arkadaşı vardı,Kadıköyde eczanesi vardı,çok iyi birisiydi,çok iyi eğitim almıştı,kendisine dayısı öldüğü için başsağlığına gittiğimiz bir gün,eczanenin kapısının önü polis doluydu.. Öldürülmüştü..Durup bir şeyleri sorguladığınız bir zaman varsa bu benim için çok erken olan,o sorgulama zamanlarının ilkiydi sanırım ve oldukça da erkendi..  Belki de tüm bu olay yeri,adli tıp olaylarının temeli o güne dayanıyor..Bilemiyorum.. 


Bu mimi çocukluk anılarını dinlemek istediğim Nilo'ma, pamuğa,geveze baykuş'a paslıyorum.... 

Sıra geldi Nilo'nun Mim'ine.... 

hakkımda 7 enteresan şey yazacağım.. 

*Her kediyi,köpeği severim.. Sevmekle kalmam konuşurum,hatırlarını sorarım, "naber,napıyosun,aç mısın,bu kadar çocuk doğurduğun yetmedi mi kızım, çocukların nerde, kardeşin nerde" .. 
Kedi,köpek sevince çok mutlu oluyorum.. Sevmeyenleri de anlamıyorum.. 
He derseniz ki hiç sevmediğin hayvan yok mu.. Var.. Örümcekler,yılanlar lütfen benden uzak dursun.. 

*Birisi tepemde yaptığım birşeyle ilgili devamlı sormadan  komut verirse, o işi yapmam bırakırım.. Örnek mi,26 yaşındayım bi milyon kez çorba karıştırdığım halde "dibinden yap,dibini tutturmaa..." diyen anneme artık hiç bir şey demeden bırakıp gidiyorum, bunun gibi milyon tane şey sayabilirim.. Ne deneyler,ne testler yapıyorken artık kıçı kırık çorbayla ya da bunun gibi şeylerle ilgili bir şey duymak istemiyor insan, sonra söyleyince asabi olunuyo.. 

*Bana sorulmadan dahil edildiğim şeyleri pek sevmem.. Her zaman B planım vardır. Bir de pesimist düşünmem gereken yerlerde genelde haklı çıktığım için her zaman hazırlıklıyımdır:D örnek,
Eğer kamu işleriyle ilgili bir şeyim varsa,sırada beklemekten nefret ettiğim için yanımda yedek nüfus kağıdı fotokopisi vs bulundururum.. 

*Evde tavana bakmayı,dışarda boş boş zaman geçirmeye tercih ederim,kalabalıktan hiç haz etmem, alışveriş merkezleri haftaiçi giderim, haftasonu alışveriş merkezindeysem mutlaka sineması için bekliyorumdur.. 

*Elektronik yeni bir teknoloji çıkmışsa ve bilmiyorsam içim içimi yer.. Mutlaka hemen öğrenmem gerekir!
Kullanmaya gerek yok,ne olduğunu mutlaka bilmem gerekir.. 

*Daha uçağa binemedim:D Ama gezecek planlarım,yerlerim hazır,bu sene başlamayı düşünüyorum kısmetse!.. 
Roma,Annecy,Londra,Amsterdam,Paris.. Bekleyin canlarım:) 

*Bir yol bitmiyorsa,oyun oynayarak yolu bitiririm, "sağdan gelen 8.araba benim olsun","soldan geçen 3.araba beyazsa şöyle olsun","1 dk içinde görüş alanımdan uçak geçerse böyle olsun":) Çocuk kandırır gibi kendini kandıran başka bir insan yoktur kanımca:D 

Eveeet Mimi paslama zamanı.. Banuşa,Efsa'ya,Iluga'ya, Bir dee thespoilsport'a:D

Hadi bakim:)

J.






17 Şubat 2010 Çarşamba

Erkek davranışı dipnotu!

Not: Mide bulandırıcı unsurlar içeren bir yazı olabilir,bu durum okuyana göre değişir, demedi deme!


*Geçenlerde Okan Bayülgen'in programını seyrediyordum,hep fark ediyorum demek tek ben fark etmiyorum,adam programında da söylüyorsa demek göze batan bir şey bu dedim..
Bazı insanlar var -ki bunların büyük çoğunluğu erkek- bacaklarını kapatmıyorlar,açıp oturuyorlar.. Neden kapanamıyor o bacakları?Psikolojik olarak karşılığı okuduğum bir beden dili kitabına göre ,bayanın bacaklarını açarak oturması "seni beğeniyorum" manasına geliyormuş..
Erkeklerde de aynı manaya geldiğini sanmıyorum, daha çok "oturmayı bilmeyen yontulmamış insan suretiyim" manasına geliyor bence..


*Bir de erkeklerde gördüğüm yerli yabancı fark etmeksizin koltukaltı kıllarını uzatma merakı var.. 
Hele bizim ülkemizde duş bile zar zor alıyorlar insanlar;fakat özellikle Miami Ink'i seyrettiğimde gördüm ki, eli yüzü düzgün belli kalitede insanlar da koltukaltı kıllarını uzatmaktalar.. 
Bundan nasıl rahatsız olmuyorsunuz anlamıyorum;ama gel gör ki Monique kıllı bacaklarını ödül töreninde gösterince bütün erkekler demediğinizi bırakmıyorsunuz.. 


İki yüzlü olmanın manası yok, ikisi de hoş değil;ama birini eleştirirken bir de kendimize bakmakta fayda var değil mi? 
Hele ki bir-iki ay sonra sıcaklar yeniden gelecek ve benim gibi bir sürü insan toplu taşıma araçları içerisinde "mahsur" kalacağız yine.. 

Neyse.. Anlamıyorum,anlamayacağım,böyle oturanları da değiştiremeyeceğim, elimde jilet,koltukaltı spreyi dolaşsam bile adam yine aynı adam bir fark yaratamayacağım..
Sadece paylaşmak istedim,benim gibi düşünen çok kişi olduğunu biliyorum..

j.



15 Şubat 2010 Pazartesi

Şarap küplerine düşesin JuVe..


Efendim ben sosyaliçiciyimdir,öyle gidelim oohhh ortamlara akalım insanı değilimdir,bira içeriz,muhabbet ederiz,hatta geçenlerde arkadaşlarımla herkes rakı içerken biz bira içtiğimiz için lise çocukları diye alay etmiştik kendi kendimize..
Velhasıl,cumartesi günü sevgilimin doğumgününü kutlayalım diye arkadaşlarla bir yerlere gittik, ben küp vişne şarabını çok severim,her yerin mönüsünde olmuyor..
Vişne şarabını gören JuVe,hızlıca içtiği 3 bardak sonra bir terslik olduğunu anladı:D
İstiklal caddesinden akm'ye nasıl yürüdğümü bilmiyorum,etrafa kusacak bir yer var mı diye çok baktım bulamadım,akm otoparkında kendimi koyverdim ve bütün sevdicekler gününde evde böğürerek geçirdim..

Bütün günü yatakta kova-kolonya-mendil 3lüsüyle geçirdim.. Akşam saatlerinde kafamı tavana çevirmiş akşamlardan bir akşam dışarı çıktın başına gelene bak,ben nasıl gencim,acaba yaşlandım mı?"Nilo'ya bak,çocuğa bakıyo,her haftasonu birşeylerin peşinde koşuyo,sırf çocuk bile yeter,zıpkın gibi duruyo,yok yok içime yaşlı kaçtı kesin" diye ,derken Nilo beni aradı, "napıyosunuz kadıköyde misiniz ,görüşelim diye"..Sesleri o kadar canlı geliyordu ki,şarap küpüne düştüm Nilo ben evde böğürerek yarıyorum derken, "yaşlı ayol bunlar" diye de takıldı bana.. Valla haklısın Niloş..

Sevgilim önemsemiyoruz böyle günleri;ama sevgililer gününde ayrı düştük..
Seni çok seviyorum,böğürtülerin arasında gelen çiçekler için,daha da güzeli çok özel notun için teşekkür ederim..
İyi ki varsın,iyi ki sevgilimsin..

Ayyaş J.

13 Şubat 2010 Cumartesi

"Hipnozcu"

Geçenlerde Nilo okuduğu kitap "Hipnozcu" üzerine bir yazı yazmıştı, ben kitabın yazarı Richard Bach'ın Martı'sını okumuştum ortaokuldayken, Martı Jonathan'ın hikayesi çok etkilemişti beni,bir şeyleri elde edebilmek için gereken ne duygu varsa o Martı sahipti hepsine..

Seneler sonra "Hipnozcu"'yu gördüm,Nilo'nun yazısını okudum ve evvelsi gün aldım kitabı,pırt diye bitti,aslında çok da çabuk bitmedi, kitabı okurken okurken düşüncelere dalmış buldum kendimi..

Ben öyle Saba Tümer tarzı "aamaaan gülelim,eğlenelim pozitif olalım" pozitif düşünme felsefesinde değilim,
daha çok beynimizi neye eğitirsek bunun karşılığı alırız tarzı "pozitif düşünme" felsefesi uygulayıcısıyım.
Noetik biliminde ispatlandığı üzere artık düşüncenin bir ağırlığı olduğu ve bunun "ölçülebilir" etkileri olduğu gayet net.

Hipnozcu'da insanın yaşamı boyu yapamayacağı ya da yapabileceği ne varsa bunu kendi başardığı,kendi düşünce gücüyle bunu negatif ya da pozitif ket vurduğunu anlatıyor.
Buna tamamen katılıyorum,özellikle panik ataktan kurtulmuş biri olarak,başıma herhangi bir şey gelmeden 100 tane kötü senaryo için alternatifler düşünen biri olarak-artık bıraktım- ayağıma ne pranga vuruyorsam bir çoğunu peşine takarak önüme serdiğini gördüğüm için "kendimi görünmeyen duvarlar ardına hapsettiğim"i fark ettiğimden beri "olumsuz önermelere" kendimi kapattım.

Hipnozcu öyle "pozitif düşünelim,aman efendim lay lay,loy loy" kitabı değil,bir hikaye kitabı.. 
Bir pilotun, hiç uçak kullanmamış bir kadını zor durumda kaldığı için ona telkinler vererek o uçağı yere sağ salim indirebileceğine inandırıp,bunu başarmasını sağladıktan sonrasıyla ilgili bir hikaye kitabı.. 

Beni durup durup düşüncelere boğan bir kaç alıntı kitaptan;

*inandığım şeyleri hiç sorgulamadım! çok uzun zaman önce kendimi inandırdım ve bir daha asla sorular sormadım.. 

*yoksulluk,yalnızlık,hastalık,savaş,kaza,ölüm.Bunların hepsi terörist.Her biri KORKMAMAYI seçtiğimiz anda güçsüz!

*dünyanın sana sunabileceği zamanın tamamını kullan ve lütfen bunun ne anlama gelebileceğini düşün!

*Çekim Yasası:Kalıcı şekilde görselleştirdiğimiz her şey,düşüncelerimizde sabitleştirdiğimiz her şey er ya da geç deneyimlerimizde gerçeklik bulacaktır..

*bir tarafı dehipnotize numarasını uyguladığını biliyordu, diğer tarafı işe yarayıp yaramayacağını merak ediyordu.Ve çok şaşırmasına rağmen yaradığını anlıyordu.

Bach'ın Martı'sı başka güzeldi,onu tam zamanında okuduğumu düşünüyorum,sanki Martı'yla büyüyen birinin yaşamında yol rehberi 2.bir kitap hipnozcu... 

İyi okumalar:)

J.

12 Şubat 2010 Cuma

okula gitmek istemiyorum...

"okula gitmek istemiyorum".. 
Ben bu cümleyi okula başladığım ilk zamanlar dahil hiç kurmadım;ama bu sene artık bıktım!
Sadece ben değilim bıkan tüm arkadaşlarım bıktı, demek benden kaynaklanan bir sorun yok..
Neden mi,bir sürü olmadık şey çıkardılar, online kayıt getirdiler,hiç bir şey görünmüyor,bir formasyon verecekler cumartesi okula sürünerek giderken bir de PAZAR günü okula gitmek çıktı..
Haftaiçinin yoğunluğundan bahsetmiyorum bile!
Pazartesi okul açılacak biz hala ders kaydı yaptıramadık..

İşin tuhafı okula gidiyoruz ki sabahın köründen akşama kadar bir program, yoklama zorunluluğu olmasa biz gayet güzel geçeriz okula gitmeden.. Çünkü yaptığımız sadece 1.5metrekare fotokopici dükkanında sıra bekleyip,föyleri alıp ez-ber-le-mek!


Okul kapanalı 1 ay oldu,bütünlemelere kalmadığım için 1 ay tatil yaptım,inanın sınavlar bittikten sonra bir hafta 10 gün kadar nolduğumu anlamıyorum zaten, yeni yeni normal insanlar gibi hissetmeye başlamışken tekrar daha da yoğun bir maratona başlayacağım..
Neyse ki son 3 ay!

Okuduğum kitaplar neticesinde kendimi negatif düşüncelere boğmuyorum:D
Pozitif düşünüyorum,bunu da geyet güzel bir şekilde bitirip,diplomamı alıp evde diplomayla başbaşa oturacağım.. Bu işsizlikte ancak bu olcak:D

Mezuniyet için gün sayan mutlu JuVe...

"An American Crime"


Geçen gün seyrettiğim gerilim filmi "Orphan"   ı anlattığım yazının üzerine, thespoilsport blogunun sahibi,yakın  arkadaşım O'nun tavsiyesi üzerine "An American Crime" ı seyrettim hemen.. 


Film 2007 yapımı, konusu gerçek, anlatılan olay 1965 senesinde geçiyor.Filmde geçen mahkeme diyalogları gerçeğin aynısı imiş.


Olay 2 çocuğunu yaptıkları gezici lunapark işi dolayısıyla beraber götüremeyeceklerinden dolayı, hiç tanımadıkları 5 çocuk sahibi bir kadına emanet eden bir anne -babanın çocuklarının bu evde başına gelenlerle ilgili. 


Film hakkında ne anlatsam film içeriğiyle ilgili bilgi vermiş olacağım;ama şunu anlayamadım,hangi dönemde olursak olalım ben kedimi köpeğimi emanet edecek olsam 40 kere düşünürken,hiç tanımadığı birine çocuk nasıl emanet eder bir ebeveyn? Bu şimdi de böyle,1980 lerde de böyleydi, 1800lerde de.. 1000 li yıllarda da.. 
Çünkü kötülük bu dünya meydana geldiğinden beri var yeryüzünde.. 


Sürü psikolojisi,psikolojisi bozuk bir insanın etrafındaki insanları nasıl etkilediği ile ilgili net bir film.
Bazı sahnelerde "olamaz artık bu kadarı!!" diye çırpındım...
Okuduğum eleştirilerde çoğu insanın filmi bir kaç defa durdurarak seyrettiğini okudum..
Bu tarz geçek olaylarla ilgili seri katil,antropoloji ve patoloji incelemeleri okuduğum için daha kötülerini okudum,zihnimden geçirdim,film sadece zihnimdekilerin bir kısmının gerçeğe dönüşmesini sağladı.

Öyle bir hal aldık ki, yan tarafta komşuyu kesseler "amaaan bana ne" durumuna geldik,kulaklarımızı tıkayıp,olmuyormuş gibi davranmanın sonuçlarını görüyoruz filmde..

Filmi seyrettikten sonra internette biraz araştırma yaptığımda, filmin gerçekte olanların çok az bir kısmını yansıttığını okudum.. Dahası da vardı yani.. Sonra gerçekte olayı yaşayanların resimlerine baktım...
Bazen film,kitap diye geçtiğimiz şeyleri "abartı" deyip bir kenara koyuyoruz;ama bu öyle değildi işte..

Seyrettiklerimizden,okuduklarımızdan iyice paranoyaklaştığımız bu zamanda filmi seyredip seyretmemekte iki kere düşünün derim,bu filmi seyrederken annemin her zaman söylediği bir laf geldi aklıma ;
"seni ve kendimi sadece aklıma gelebilecek kötülüklerden koruyabilirim;ama aklı kötü olanın aklına sahip değilim"..


J.

11 Şubat 2010 Perşembe

"Untamed&Uncut"


Saatler 23.00 ı gösterdiğinde mutlaka discovery channel'ı seyrediyorum bir süredir.
"Untamed&Uncut" diye bir program var, hayvanların başına gelen ki bu hayvanlar genelde vahşi hayvanlar oluyor, ilginç kurtarılma hikayeleri anlatılıyor.
Bu hikayelerde sadece kurtarılmalarını değil,hayvanların sahip oldukları muhteşem "hayatta kalma" içgüdüsüne hayranlıkla bakıyorsunuz,davranışlarının bir sebebi var mutlaka bunu öğreniyorsunuz.

Tüm bunların yanı sıra içim sızlayarak seyrediyorum;çünkü yurt dışında hayvana verilen değerin ne yazık ki %1'i bizim ülkemizde yaşayan insana verilmiyor.
Dün akşam seyrettiğim bir bölümde yavru kartalların yuvaları internet üzerinden gözlemlenebiliyordu ve bir bekar erkek kartal gelip yavruları tutup tutup fırlattı yuvadan. İnternet üzerinden olayı görenler yavru kartalların bu başına gelen olayı hemen ilgililere haber verdiler,arabayla 20 dakika arazide gidildikten sonra,45 dakika da yürüyüş yapıldı,yavru kartallar arandı,bulundu, birinin kanadının diğerinin gagasının hasar aldığı anlaşıldı,helikopterle uygun bir yere götürüldü,iyileştirildi.. Ben de "aaaah ah" dedim..

Evvelsi akşam seyrettiğim bir bölümde koruma alanında yalağa sıkışmış bir fili kurtarmak için kendi hayatını tehlikeye attı bir görevli..
Sahipleriyle orman yangınının ortasında kalan 2 atın huysuzlanması sonucu, sahipleri onları hayatlarını kurtarabilmeleri için -umutsuz da olsalar- serbest bıraktılar ve kurtarma bölgesinde sahipleriyle buluştu atlar,kendi kendilerini kurtardılar,yangını atlattılar,kendilerine yol buldular ve yetmedi sahipleriyle buluştular.
En kötüsü kuduz bir tilkinin New York'un kasaba bölgesinde ekmek almış evine giden bir adamı kötü bir şekilde ısırmasıydı..

Hiç bir geyiğe -türünü unuttum;ama soğuk yerde yaşayan çok büyük bir geyik türüydü,adamların boyu geyiğin bacakları kadardı- sarılıp,kurtarmak hissi duymamıştım, orada olsam kesin sarılırdım diye düşündüm;çünkü buzun içine düşmüştü ve çıkamıyordu,insanlar var gücüyle onu çıkarmaya çalışıyorlardı..

İnsana bile değer vermeyen,sokakta gördüğü kediyi,köpeği tekmeleyen insanlarla yaşadığımız ülkemizde olanları düşünüp,bunları seyredince derin düşüncelere boğuluyorsunuz..
Benden tavsiyesi,sizden seyretmesi..


J.

Kokoş JuVe:)

Eveeet,ince blog sahibesi Banu'şun blogunda yaptığı küçük yarışmayı-yarışma da denmez ya - ben kazanmıştım,
minik hediye setim dün sabah saatlerinde elime ulaştı;ama dün sevgilimin doğumgünü olduğu için sayfaya koymadım..
Dün kargo  paketini elime aldım,daha içine bakmadan açar açmaz mükemmel bir koku karşıladı beni.. Önce mana veremedim, dedim Banuş kokusundan da koymuş herhalde:) Sonra anladım ki enfes parlatıcının kokusu bu!

Hepsini tek tek kokladım,ağzım kulaklarımda baktım,önüme serdim çocuk gibi:)
Her şey için çok teşekkürler, her şey bir tarafa içtenlikle yazdığın "not" çok güzeldi..
Sevgiler..

J.

10 Şubat 2010 Çarşamba

I go crazy,crazy....





Bu kaçıncı doğumgünün birlikte geçirdiğimiz....
Önümüzde bir çoğu hiç yaşanmamış duruyor,bizi bekliyor..
İyi ki doğmuşsun,iyi ki İstanbul'a gelmişsin,iyi ki ellerimiz birbirini bulmuş..
20'likler bitiyor canım; ama üzülme..
içinde 5 yaşında bir çocuk var,
bunu her gün,her an görüyorum... 
Ve seni çooook seviyorum... 




8 Şubat 2010 Pazartesi

Salıncaktaikikişi'nin tatlı sahibesi beni salıncağında misafir etti!:)


Daha önce de bahsetmiştim,100. yazımı kutlamak için yazdığım yazıda "salıncakta iki kişi" 'yi neden çok sevdiğimi,izlemesi en güzel bloglardan olduğunu..
Bu yazıdan aylar sonra ,blog sahibesi banuş minik bir hediye seti vermek için "blogunu neden takip ettiğimizi" sordu, hediye filan baheydi,sorduğunda hemen aklıma aylar önce yazdığım yazı  geldi ve bu aralar hissettiklerimi de ekledim,bloguna yorum olarak ardı ardına sıraladım durdum..

Bugün Zuzu kabilesini (bilmeyenler için,blog sahibesinin miniş kedileri) sıralamıştı blogunda, yüzümde kocaman sırıtış,kedilerini seviyordum,açıkçası bu yazılarını modasal mevzulardan daha çok seviyorum..
Sonra aşağıya doğru indim yazıda.. Aaaa! Bir baktım, adım yazıyor kocaman.. Mini hediye setini anneciği tek tek okuduktan sonra tüm yorumları, beni seçmiş..

Çok mutlu oldum,beni salıncağında salladığın için canım:) Annene çok teşekkür ederim,üçyüz küsür yorumun içinden benim yorumumu en değerli bulduğu için..
"Salıncakta iki kişi" blogunda adımı gören, hemen bloguma gelen sevgili misafirlerim, size de ayrıca teşekkür ederim..

Sevinçli JuVe.. :) hatta ağzı kulaklarında JuVe:)

4 Şubat 2010 Perşembe

Başka heyecanlar..


Başka heyecanlar var üzerimde bu ara,
en yakın arkadaşım evleniyor cumartesi günü.. 
İş,güç görüşemiyoruz artık, cumartesi-pazar hep işte.. 
Çeyizlerini yerleştirdik geçen hafta bir bir.. 
Şöyle bir düşündüm,
daha dün gibiydi Necla teyzecim fındıklarla,cevizlerle,üzümlerle 
odaya girer,
yetmez şunları da yiyin zihniniz açık olsun diye 
bir sürü şey bırakıp giderdi biz ders çalışırken... 

Okulu kırdığımızda eve gidip,üstümüzü değiştirip modaya aktığımız günler daha sanki geçen haftaydı.. 
Mine'de bıkmadan içtiğimiz-hoş mine'de kalmadı artık- domates çorbalarının sıcağı içimde.. 
Üniversiteyi kazandığımız zaman ki heyecanımız daha dün gibi,
Bir yere gitmek için izin alırken benim annemin senin babanın illaa ki birinin problem çıkarması,
sonra ilk hangisini ikna edersek,ikiniciye bak o izin verdi diye yalvarmamız dün gibi.. 
Boyumuzun aynı olması tesadüf müydü dersin,
böylece tanışmıştık 19 mayıs çalışmasında.. 
Geçen zamanda birbirimizin elini tuttuğumuz,
sabaha kadar oturmaya çalıştığımız
-genelde lafın ortasında uyuyan ben-
akşamlar sanki daha dün gibi.. 
e daha kalmaya gelecektin ki sen bana,
soğanlı salatalar yiyip,
korku filmleri seyredecektik.. 

Çeyizini yerleştirirken bir kez daha anladım.. 
üff dedim,büyüdük artık.. 


Çok güzel olacaksın gelinliğinin içinde,biliyorum.. 
Biraz yaşlandım diye galiba,
biraz da gidiyormuşsun bir daha seni göremeyecekmişim gibi bir his.. 
kıskançlık değil, 
valla:) 

Hep çok çok çook mutlu olmanı diliyorum,
seni çok seven cankan.. 
JuVe cadısı.. 


3 Şubat 2010 Çarşamba

"Orphan"


Beni böyle "geren" bir film seyretmedim sevgili okuyucu, bak demiyorum ki "korktum".. Ge-Ril-Dim!
Filmin fragmanı,görseli bana içine bir şey kaçmış bir çocuk hikayesi diye düşündürdü,bunu düşünmemin sebebi de sanırım film vizyona girmeden kısa bir süre önce "orphanato" isimli yarı gerçek yarı doğaüstü olayların meydana getirdiği filmi seyretmiş olmamdır.

Bu film sizi doğaüstü olaylarla değil, sinir bozucu- hatta öyle sinir bozucu ki dişlerimi sıkmaktan çenem ağrıdı- bir karakter karşısında -en kötüsü bu karakterin "çocuk" olması ve sizin o çocuğu yanınızda olsa bir kaşık suda boğacak olmanızdır- geriiim gerim gerilmeniz. 
Filmin başında klasik "ayna" korkutmacasını görünce "amaaaan üff gene mi" dedim;ama sonradan filmin ilerleyen sahnelerinde filmi kurgulayan insanın "aslında gerilim diye ona denmez,bak aslında bunu da yapar gererim ;ama gerilecek bir şey yok,asıl ben seni gerçeklerle öyle bir gererim ki,gerilim nedir görürsün!" şeklinde ,biz filmi seyredenlerle alay ettiğini düşünüyorum. 


Klasik bir hikayesi yok filmin,sonunu tahmin edebilen varsa bu işleri bırakır alnından öperim:)

Filmin ana hatlarıyla konusundan bahsedecek olursak, 3.bebeği karnında ölmüş ve onu 15 gün boyunca karnında taşımış olan anne kendini uzun süre toparlayamamıştır-hatta bir süre alkol tedavisi görmüştür- 10-11 yaşlarında bir oğlu ve 5 yaşlarında işitme engelli dünyalar tatlısı bir kızı olan bu aile, ailelerine bir yetimi de katarak kaybettikleri çocuklarının yerine koymak isterler. Bunun için başvurdukları yerde Rusya'dan evlat edinilen bir süre sonra evlat edinildiği ailenin bir yangında ölmesi ve tek başına kalmasıyla yine evlat edinme kampına geri dönen "Esther" i kendi ailelerine katmak için seçerler.
Esther'in ilk geldiği günden itibaren tuhaflıklar başlayacaktır, nedense babasına "fazlaca" düşkün bu kız çocuğu
ailenin geri kalanları için aynı duyguları pek beslememektedir.

Açıkçası 13 yaş üzeri seyredilmesi gereken bir film olduğunu düşünüyorum, pek filmlerle ilgili yaş tavsiyesi yaptığımı hatırlamıyorum şu ana kadar;ama bu sadece gerilim faktöründen dolayı değil, uygunsuz bazı sahnelerin de eklenmesinden dolayı..

Benden filmin gerilim başarısına 10 üzerinden 10! Sonunu başarıyla bağlamış olmaları;ama bııırt diye geçtikleri için kurguya da 10 üzerinden 9 veriyor, 9.5!

Bak sonradan demedi deme okuyucu, gerilip asabın bozulunca juve dememiştin böyle olacağını deme:)

J.



1 Şubat 2010 Pazartesi

sonunda.. olay yerimiz "Pandora"

Bu filme gitmeye ne kadar niyet ettiysem  o kadar bir şey çıktı, bir de hemen önceki yazımda göreceğiniz üzere bir şey çok rağbet görünce benim gidesim,okuyasım,göresim kaçıyor.
Gel gör ki,1-2 hafta önce Avatar'ın yönetmeni James Cameron,Jay Leno Show'a çıktı ve filmin nasıl çekildiğini anlattı,aynı zamanda çekimlerle ilgili bazı görüntüler de vardı.
O kadar emek harcanmıştı ki,o kadar hevesle anlatıyordu ki filmi, ortaya çıkardığı şeyle ilgili bir insan bu kadar heyecan doluysa, üstünden zaman geçmesine ve zaten paraları götürmesine rağmen ,daha film vizyona girmemiş gibi sesi titriyorsa,angutluk etmemek ve filmi görmek gerek JuVe dedim kendi kendime..




Şimdi filmi seyretmeyenlere filmden önce bildiğim bir kaç küçük şeyi sölim,
*mavi insanımsılar var,naviler,pandora'da yaşıyorlar,öyle bir yer ki gören "cennet böyle bir yer olsa gerek " diyor,
insanlar nedense savaş açıyorlar buradakilere!
*kutsal bir ağaçları var,klan şeklinde yaşıyorlar,aralarına girmek için onlara benzer bir organizma üretmişiz "avatar"..
*sene 2154.. galiba?

Filmden sonra diyeceklerim, filmin konusu biraz çalıntı ve toplama geldi bana;fakat şu var ki görsel olarak seyrettiğim en güzel film!


Biyoloji okumanın bir faydasını gördüysem şu dünyada,orada oluşturulan gezegende gezegenimizden,özellikle su altından oldukça yararlanılmış.. 
Verdiği en güzel mesaj, doğaya bağlı na'vi topluluğunun kutsal saydığı ağacın dibinde, "kendi gezegenimizi zaten mahvettik,eğer beni duyuyorsan,buradaki doğaya da aynısını yapmamıza izin verme" diye yalvarmasıdır dünyalı avatarın.. 
Çok bir şey söylemeyeceğim,tek diyeceğim ne kadar bilimkurgu tarzını sevmiyorum deseniz de,bu görselliği görmek için mutlaka gitmelisiniz.


Şimdiiii ..:) Sizi şaşırtmaya geldi sıra, okudunuz mu bilmiyorum,Cameron çıkış noktasının "Pocahontas" olduğunu belirtmiş zaten;ama çok incelemesem de şu göstereceğim benzerlikte alıntılar da biraz fazla olmuş sanırım bir film senaryosu için..
Friend feed'ten aldığım ve araştırdığım bir ileti kaynağına göre, Fransa'da bir çizgi roman varmış,adı "Sillage"..




Kitapta kahraman,iyi bir savaşçı olan kız var,adı: "Navis"
Doğayla içiçeler,hepsi bir ağaçta yaşıyorlar 
ve 
ırkın bilgi kaynağını bir ağaç taşıyor.. 
sonra başka gezegenlerden birileri gelip onları ve ağacı yok etmek istiyor.. 






Bunu 1-2 hafta önce,filme gitmeden okumuştum,filmi seyrettiğinizde konudan ziyade görselliğin önde olduğunu anlıyorsunuz zaten..
 Cameron yeni bir "dünya" yaratmış ,biraz yenilik,olağanüstü görsellikler,her gün gördüğümüz çiçeğin,böceğin,hayvanın başka başka türlerini, hatta kendi hayvanlarınızla aranızdaki bağın buradaki hayvan-insan arasındaki bağın farklılığını görün.. 
Benim kadar geç kaldıysanız,acele edin ve seyredin.. 


J.

JuVe Olay Yeri : "Inglourious Basterds"

Şu okul tatil olduğundan beri, hava bana muhalefet,sevgilimin iş yeri bana muhalefet.. 
Evde kös kös otur,dur durumundayım.Evde kös kös oturup durmaktansa fırsat bu fırsat 2 hafta sonra okulum tekrar açıldığında öğretmenlik derslerim ve stajımda ekleneceğinden hiç fırsatım olmayacağı için blog okuma,kitap okuma,yayıla yayıla dizi seyretme,film seyretme ile vaktimi geçirmekteyim;ama 7/24 böyle içim bayıldı azizim. 

Bu arada bitince üzerine bir yazı yazacağım;ama şimdiden biraz değinmek isterim. Richard Dawkins'in - ki kendisi ülkemizden internet erişimi yasak olan, dünyanın en iyi bilim adamlarından birisidir- Tanrı Yanılgısı   adlı kitabını okuyorum.
Bu kitap zamanında Migros'ta raf raf satıldığından dolayı, içimden pek alıp okumak gelmemişti, herkesten rağbet gören nedense benim için itici  bir hal alıyor.
Annem almıştı kitabı, bir bakayım dedim, okumaya başladım,çok güzel bir kitap;fakat herkesin anlayabileceği hele hele ülkenin siyasi durumuna bakılırsa böyle migroslarda satılıp "aman aman koşalım okuyalım" durumu bir kitap değil,kitap seçimi olarak bile yapılacağını düşünmüyorum.Burası biraz kafa karıştırıcı kaldı benim için, acaba başka bir şey anlatıyor diye mi alındı insanlar tarafından bir fikrim yok.. Bitmeden eleştirileri de okumak istemedim,hepsini kitap tavsiyede anlatırım bitince. 

E işte pazar gününü de evde geçirmek zorunda kalınca,uzun zamandır seyretmek istediğim Inglourious Basterds" ı aradan çıkarayım dedim.


Film, Kill Bill vol:1-2,Rezarvuar Köpekleri, Pulp Fiction gibi sinema dünyasında 50-60 yıl sonra da  diğerlerinden kendini ayırarak belli edecek filmlerin yönetmeni Quentin Tarantino'ya ait.
Filmin başrol oyuncusu olarak geçen Brad Pitt'in oyunculuğu mükemmel;ama bana kalırsa başrolden ziyade kendisi yan rol ve ondan çok daha iyi oyuncu performansları var.

*******************************İçerik Uyarısı***************************************************
Film 5 bölümden oluşuyor; İlk bölüm olan Once upon a time... In Nazi-Occupied France 'da yahudileri saklayan Fransız mandıra sahibinin evi Albay Hans Landa ve askerleri ile ziyaret edilir,burada biraz konuştuktan sonra gözlerinden yaşlar akarken sakladığı yahudi aileyi itiraf eder ve Nazi askerleri tarafından aile kurşuna dizilir, ailenin genç kızı Shosanna kaçmayı başarır.
İkinci bölüm,soysuzlar çetesi ile tanışmamızı sağlayan kısım,Inglourious Basterds, Brad Pitt Albay Aldo'yu canlandırmaktadır, Nazilerden nefret eden, onları öldürecek takımıyla Almanya'ya giden bir Amerikan çetesinin başıdır. Çetenin diğer üyelerinin nasıl seçildiğini ve yeteneklerini öğreniyoruz bu bölümde. 

Üçüncü bölüm,A German Night in Paris bölümünde, katliamdan kaçan Shosanna, İsmini değiştirmiş, fransız kimliğine bürünmüş, bir sinema sahibi olmuştur. Bu sinemaya devamlı gelip giden,Nazi asker kahramanı Frederick  Zoller ile tanışır, işler istemediği bir şekilde ilerlemiştir,Sinemasında Paris'te Fuhrer'in de katılacağı  bir Nazi gecesi düzenlenecektir , başrolünde Frederick'in oynacağı ve Nazilerin sözde kahramanlıklarını anlatacağı bir gece olacaktır.. Ailesini kaybetmiş bir yahudi için ayağına gelmiş bir fırsat olabilir mi?
 Dördüncü bölüm Operation Kino , soysuzlar çetesinin 3 üyesinin, sinema artisti ve ingiliz ajanı bir kadınla buluşup istihbarat alması şeklinde devam edecek iken, umulmadık bir şekilde buradaki bütün planlar değişecek ve soysuzlar çetesi buradaki üyelerini kaybedecektir, Soysuzlar çetesinin geri kalanı da o meşhur Nazi gecesine doğru yol alır.. 
Beşinci bölüm...  Revenge of the Giant Face. Yahudi'nin intikam vakti.. 
Çözülüm kısmını da artık anlatmıyorum,filmi seyretmeyenlere haksızlık olmasın;)

*******************************İçerik uyarısı***********************************************************

Film aslında insani değerlerinizi yeniden ölçmenize sebep oluyor, bu Law Abiding Citizen'da ki gibi bir taraftan, 
aileme aynı şey yapılsa ben de onlara aynı acıyı vermek ister miydim diye düşünüyorsunuz, bir taraftan onlardan ne farkım kalır diye düşünüyorsunuz;ama içinizde bir yer Nazilerin başına kendi yaptıkları gelseydi diye düşündüğünde ferahlıyor.
Değişik düşüncelere boğuyor sizi film,bunun yanı sıra filmde 4 dil konuşuluyor, ağırlıklı olarak almanca,ingilizce,fransızca ve çok az italyanca.Bu da biraz yorucu olabiliyor, filmi ben evde seyrettim;ama konuştuğum kişilerden ve okuduklarımdan sinemada seyredenlerin üstünde bıraktığı etkinin daha fazla olduğu hissine kapıldım;özellikle silah efektlerinin olduğu ve sinemada geçen son sahneden dolayı.. 

Diyeceğim şudur ki,gerçek karakterlerin tarihin tozlu sayfalarından çıkarılmasıyla, bir de böyle olsaydı diye düşündüren, temposunu hiç kaybetmeyen, bir önceki soykırım filmlerinden kendisini hem hikayesiyle hem de temposuyla keskin bir şekilde ayıran, izlenesi bir film Soysuzlar Çetesi.. 

İyi seyirler.. 

J.



Related Posts with Thumbnails