24 Ağustos 2010 Salı

Abimden iş görüşmesi tavsiyeleri..


İş başvurusu yapıyorum,pek geri dönen olmuyor iyi bir cv'ye sahip olmama rağmen her nedense.. 
2 haftadır görüşmelerine gittiğim,çalışmak istediğim bir firma var, hala sonuç beklediğimden, abim arada soruyor naptın diye ve tavsiyelerde bulunuyor. 

*Nip/Tuck ın bütün sezonlarını seyrettim de. 


*House u da ezbere biliyorum de. 


*"Kayalık dağlar benekli humması"nı bildiğini unutma. 
(kayalık dağlar benekli humması diye bir hastalık hakikaten varmış, abim kaptan ya,gemide elinde antibiyotik,hangi hastalıklarda kulanılması gerektiğini okurken "kayalık dağlar benekli humması" nı görmüş ve bu isme çok gülmüş-gülünmeyecek gibi değil- ben uydurduğunu sandım,sonra house'u seyrederken gördüğümde kulaklarıma ve de gözlerime inanamadım:) -)
*Edirne lehçesine hakim olduğunu ekle.
-"Call of Duty" oyununun  yürekten izleyicisiyim de. 


Evet, bu işle ilgili 3 mülakat yaptım, açıkçası artık anlatacak başka bir şeyim kalmadı.
Bir daha ki görüşmede bunları anlatabilirim,bir zarar görmüyorum..


                                             En sonunda bunun gibi bir mülakatla karşılacağım galiba:)

Bakalım,kısmet,hayırlısı... bıdı bıdı.


Görüşürüz..

J.

22 Ağustos 2010 Pazar

"The Expendables"


Filmde kim yok ki, o kadrodan gidiyorsunuz zaten, Rocky ile,Rambo ile 80'lerin 90 ların genç ve çocuklarının kalbinde ayrı bir yere sahip Sylvester Stallone, canım ciğerim -ne kadar crank 2 yi beğenmesem de- Jason Stathom, ucundan biraz Bruce Willis, Arnold Schawarzanegger, sesini filmlerde çok az duyduğumuzdan sesini bu kadar çok ilk defa duyduğumdan şaşırdığım Jet Li, Rocky'nin Ivan Dragonu Dolph Lundgren ve daha neler neler:) 

Filmi izlerken hani şu A takımı'nı,Rocky'yi seyrettiğiniz zamanların hissiyatı oluyor üstünüzde, bir de "Call of Duty","Commandos","Rainbow Six" gibi oyunlar oynarken, birini öldürdüğünüzde, orda savaştığınızda,düşmanlar kafasını çıkarıp hakladığınızda "noooldu çıkardın mı ordan kafanı iyice" hırsı ile seyredip,orda olan savaştan zevk alıp,deşarj olarak çıkıyorsunuz filmden. 

Olay ne diye sorarsanız, aslında bir olay yok, adamlar kiralık savaş timi ,öldürmeye yer arıyorlar:) Onlar öldürdükçe,espri yaptıkça siz gülüp,eğlenip rahatlıyorsunuz.. 
Bazı espriler süperdi,bazı çeviriler berbat.
-Bu arada ben sinemada hep Capitol'ü tercih ediyorum, o en öndeki yatan koltuklar süper yahu:)Ayağınızın altında da puf.. Değmeyin keyfime.. -

Sylvester amca çok yaşlanmış,üzüldüm.. 
Ama o Jason yok mu o Jason... 


Aldı götürdü filmi,sırf onun için bile seyredilir film.. Motorlar,dövüşler,dövmeler.. Çıkarken Dezinho ile bir motor alırız,yapıştırırız üstüne de "the expendables" diye geyiğimizi de yaparak, bence üstüne 2,3,4.. çekilir, biz de gideriz diyerekten ayrıldık filmden.. -çekilcekmiş hakikaten..- 

"You look nervous!" :)

J.




20 Ağustos 2010 Cuma

Magic Mushroom

Baştan söyliyeyim de , başlığı görüp de "ooo kafa yapanzoo" diyerek yazıyı okumayın, konunun kafa yapan herhangi bir mantarla ilgisi yoktur, tamamen sağlıkla ilgili bir yazıdır. Demedi deme! ( de bana ne dersen de ..:))

Babam müsriflikten hoşlanmayan birisidir,tamamen bozulsa bile onu tamamen bozulduğuna ikna etmeden hiç bir şeyi atamayız,bir kenarda durur.
Geçen gün yemek yiyeceğiz, ekmek küflenmiş,ben de attım; çünkü gördüğünüz küf, mantarların koloni yapıp belirginleştiği yerler, mantarların hif denilen uzantıları var,bu mikroskobik uzantılar alıp başını gidiyor yiyecek üstünde. Yani koparıp ya da kesip yiyeceği kurtarmıyorsunuz,maalesef mantarları yemiş oluyorsunuz.
Şimdi "midede asit var,bişi olmaz kü" yü cevaplandırıyorum, mantarlar 2-11 ph değerleri arasında yaşayabiliyorlar, yani bir şey oluyor.

Fakat bunu babama anlatmam mümkün olmuyor, "yaa çok biliyorsun" diyor, e biliyorum şimdi napabilirim.
Bile bile yenir mi? Yenmez.. Yedirilir mi? Yedirilmez.. "Ignorance is bliss" (cehalet mutluluktur!) lafı işte bu zamanlarda aklıma en çok geliyor, bunu kendi ailenize bile anlatamıyorsanız, varın gerisini siz düşünün geçiyor içimden.. Bilmeyince, için içini de yemiyor,böylece mutlu mesut yaşıyorsun, mantarmış, küfmüş, zırtmış, pırtmış takılmıyorsun...


Bugünkü mikoloji dersimize mayalarla devam ediyorum.

Malum yaz geldi, havuzdu,şezlongdu hatta bazı insanlar birbirinin mayosuydu(nasıl oluyor anlamıyorum) mecburen ortak kullanım alanında olan,oturup da çamaşır sularıyla temizleyemeyeceğimiz eşyalardan geçen mantar türünden bahsedeceğim size. 
Öyle cahil cahil mutlu mesut gezmek yok bundan sonra öğreneceksiniz, siz de kafaya takacaksınız:)
Şimdi tatile gidiyoruz,ooh ,güneş,kum,deniz.. Bizden önce mayalı popolu bir arkadaş oturmuş şezlonga, siz de ardından geliyorsunuz, ortamda nemli olduğu için,sıcaklık falan güzel, siz de gelip oturuyorsunuz, ya da havlunuzu koyuyorsunuz.. Havlu zaten geçirgen bir eşya, gittiniz yüzdünüz kurulandınız bir de, ohh suyundan da koy.. Ne mi yapalım? Pazarda 5 liraya satılıyor artık,yıkanabilen,katlanabilen hasırlar,alın bir tane ,yayın şezlongun üstüne,sen sağ ben selamet.
Geçen gün twitterda Ömür Gedik'ten duydum, onun yalancısıyım, Madonna banyo yaparken işiyormuş, mantarlara iyi geliyormuş? Pardon? Yani diyelim ki gerçek, poposunda mantar olan madonna'nın mantar ilacı alacak parası mı yok!
Size mantar ilaçlarının neden genelde dışarıdan sürülen cinslerini tercih ettiklerini basitçe belirteyim, bu yüzden kafanıza göre ağızdan alınan mantar ilaçlarını almayın diye, şimdi antibiyotiği bile kafamıza göre alıyoruz halkça,antibiyotik bakterilere için, iyi kötü sadece vücudumuzdaki prokaryotlara ,yani hücresel yapısı bizden farklı olan bir canlıya etki ediyor ;ama gel gör ki mantarlar da biz de ökaryotuz yani hücresel yapılarımız aynı,sadece mantar hücrelerine değil bizim hücrelerimize de zarar veriyor içilen ilaçlar,az ya da çok, o yüzden kafanıza göre ilaç almayınız. 

Bugün biraz sağlık konularına girdim;ama bunlar gündelik şeyler ve ortaokul fen bilgisi tadında bilgiler var. 
Umarım sıkılmamışsınızdır okurken,sadece çok bilinen hatalar ve çabuk kapılan hastalıklarla ilgili biraz daha bilinçli olmanızı istedim o kadar.

Sağlıklı günler:)

J.


19 Ağustos 2010 Perşembe

Ay fonunuza!


Bu telefona sahip olanlar arttıkça,muhabbet ölüyor. Bir araya geliyoruz iki muhabbet edeceğiz, herkesin elinde,
"bak sana bir şey göstereceğim,dur bir sn mailime bakayım,bak sen de şu var mı.."
Bu sigara içmeyenin,içen bir toplulukta boğulması gibi!
Birisi sigara içmeyen bir gruptaysa kendine eşlik edecek birini bulamadığından ve içmeyenler "içme şunu,önüme üfleme" diye pönkürdüğünden normalde içtiğinden daha az içer ya , işte bu telefona sahip olanlar eskiden oynayamıyorlardı görgüsüzlük olmasın diye;ama yardakçılar artınca biri açtı mı bir şeye bakmak için ardı arkası kesilmeden herkes bir şeylerine bakıyor masada..
Telefona sahip olmayanlar da bön bön birbirlerine ya da ne gösteriyorlarsa telefondan birbirlerine hararetle o muhabbete katılmaya çalışıyorlar.
Sahibi değilim, ben de seviyorum bu telefonu;ama aklımızı kaybetmenin de manası yok değil mi?

J.

18 Ağustos 2010 Çarşamba

Dişi Psikolojisi


Hani yüzyıllardır sorulur ya "kadınlar ne ister diye",bir türlü kadınların psikolojisini anlayamamaktan dert yakınır erkekler,hindi gibi düşünüp dururlar ya da düşünüp duruyormuş gibi yaparlar.
Heh! Cevabı akşam dinledim,en azından bence cevap o. Akşam Cesar Millan'ı seyrediyordum,"köpeklere fısıldayan adam" ı, köpeklerini eğitmek için yol gösterdiği çiftin erkeğine kendi sürünü,aileni,eşini yönetirken -adam futbol koçuydu- erkeklere koçluk eder gibi mi ediyorsun yoksa dişiye hitap eder gibi mi diye sordu, kadın "tamamen erkeklere hitap eder gibi" dedi.

Cesar konuya açıklık getirdi  "şimdiye kadar aldığım eğitimler,deneyimler sonucunda benim anlayabildiğim kadarıyla dişi psikolojisi şu şekilde işliyor; ne istediğin değil nasıl söylediğin önemli!"

İşte bu kadar beyler..


J.

17 Ağustos 2010 Salı

Dipnot


*Hava sıcak ya ,annem eve klima da aldırmadığından, ceyran yapar hasta olunur diye en dıştaki tek camı açtığından, sık sık sahil kenarında oturup,çay içip,dergi okuyup,muhabbet ederek geçiyor zaman. 
Bu zamanlarımızın çoğunu da eskiden oturduğumuz yere yakın, kuzguncukta geçiriyoruz. Geçenlerde ordaki ünlü balık restaurantının  sigara yasağı yüzünden başına gelenleri öğrenince, tam "Türk usulü" diye geçirdim içimden.
Malum kapalı yerlerde sigara içme yasağı var ya,herkes kapının önüne çıkıyor,efendim balıkçıdan bu bahaneyle çıkıp fıyıyormuş müşteriler.. Sizce de tam Türk usulü değil mi olanlar?

                                 

*Efendim, malumunuz bayanlar pek futboldan anlamaz derler..Ben şu kadar açıklayayım, ofsaytı biliyorum, futbol programlarını seyretmeyi seviyorum, özellikle yatmadan önce güzel oluyor, maçları da seyrederim, öyle fanatikliğim yoktur.İşte futbolla aramdaki olay bu. 
Erman Toroğlu ve Ahmet Çakar, Reha Muhtar'la beraber futbol yorumu yapacaklar anladığım kadarıyla Kanal Türk'te, akşam biraz seyredeyim dedim, ikisi de birbirini beğenmiyor, biri diğerine zamanının karasısın diyor,gidip de penaltı atılacağı zaman kalenin arkasına geçip de fotoğraf çeker gibi durmanın mı diyor.. 
Noluyo ya? Reyting için çizgi çekip en uzağa ben işerim yarışması yapacaksınız artık,noluyo? 
Demiyorum ki ," bir pozisyonu 50 saatte değerlendiremiyorsunuz, hakem o an napsın "filan.. Orda bunlar konuşulmuyor zaten, ben daha iyi hakemim,yok efendim ben daha iyiyim, yok sen şöyle yaptın, yok ben böyle ettim.. 
Malum ramazan ayındayız,ramazanın ve çocukluğumun en güzel simgelerinden biri "Hacivat&Karagöz". Artık ben bunlara modern zamanın gölge oyuncuları diyorum.. 
Yorumu sizlere bırakıyorum. 

*Şimdi yeni tartışma Gossip Girl taklidi mi diyim esinlenmesi mi diyim ne diyim bilemediğim kimsenin seyretmediği ;ama herkesin rujunun tonuna kadar bildiği "Küçük Sırlar" dizisi. 
Yok yok, ben herhangi bir yorumda bulunmayacağım, her akşam tnt'de yayınlanan House tekrarlarını seyrederken,bizim ülkemizde çekilemez de , velev ki çekildi , kim oynasa 10 numara olurdu diye öööyle sıcaktan delirdiğimden olsa gerek bir düşünce aldı beni, sonra buldum, "Ferhan Şensoy" dedim, oynasa kesin o oynamalı,başkası da oynarsa olmaz dedim.. 
Ben  öyle uygun gördüm.. 

  


J.

"11 sene önce bugün"



Tarihler 17 Ağustos 1999'u gösteriyordu,saat 03:02'yi. 
Bir gün öncesinde yani,16 Ağustos günü Aslı ile internet cafedeydik, internet cafeler daha abazalarla ve çocuklarla dolmamıştı,bırakın onu daha internet cafeler yeni yeni filizleniyordu.. 
Daha yaşamımızda doğru düzgün bir deprem görmemiştik, 1-2 ufak sallantı hatırlıyorum sadece..
Daha sıcak bir günün "deprem olmasın laa bugün" ampülünü yakması mümkün değildi kafamda ;ama o gün öyle bir laf etmiştim "off aşırı sıcak,bu ne ya,bu ne basınç,sanki havanın tüm ağrılığı üstümde,deprem olmasın?"
Akşam yattık, tam 03.00 da uyanmıştım, çok susamıştım, "off boşver kalkamıcam" dedim kendi kendime, derken büyük bir fırtına koptu, sallanmaya başladık büyük bir uğultu eşliğinde, dedim ön ya arka bloğa yapışcaz şimdi, apartmandan çıkan demir sesleri de düşüncelerime fon müziği oluşturdu. 
Kuş gibi kıvrıldım,başıma da yastığı çektim,bir ara duruldu, tam ayağımı yataktan aşağı indirmiştim ki, daha büyük bir vurgun oldu, geri çektim ayağımı sanki bir şey yakmış gibi, büyük bir hızla.. Sonra bitti. 
Kalktık,annem şoktan beni tanımadı,annesi sandı beni,babamı da babası, ya da aklına kelam gelmedi..
Ailesi yazlıkta olduğu için köpeği ile tek başına kalan komşu abla geldi kapıya ,"deprem mi oldu?" dedi, ben de çok normal bir şeye cevap verir gibi "evet" diyip yüzüne kapıyı kapadım. Yaptıklarımızın manasızlığını sonra anlayacağımız dakikalar yaşıyorduk,bu yüzden aşağı indiğimizde uçuk çıkaran ergen kızın "kapatıcın var mı yanında" sorusuna alay etmek yerine,boşvermek gerektiğini düşünmeliymişim. 
5.katta oturmamıza rağmen en önce biz dışardaydık, kurtulduk ya üstümüze yıkılmazdı nasısa, evin altında oturduk konu komşu,etraftaki sitelere baktık,yıkılan yoktu. "İzmir'de olmuş deprem" diyenler vardı, o zaman taş taş üstünde kalmadı diye düşündük.. 
Haftalarca teyzemin bahçesinde yattık, sokaklarda,arabalarda,bir daha okula gidebilecek miydim, bu şehri terk etmemiz gerekecek miydi, yeni bir hayatı nasıl kuracaktık? 


Lise 2.sınıfa geçmiştim o yazın bitiminde,"teyakkuz" kelimesini yeni öğrenmiştim  ve çok da hoşuma gitmemişti açıkçası öğrenme şeklim.. Daha okulun ilk günü büyük bir deprem olmuştu yine, zırta pırta çıkan safsata haberlerinden fenalık gelmişti, uyku düzenimin bozulmasından da, bir sürü ağır derse odaklanamam da.. Üstüne üstlük bir de ergenlik!


Aradan seneler geçti, o gece ne olduğunu bile anlamadan öldü bazıları,unuttuk her şeyi unuttuğumuz gibi;ama orda kayıpları olanlar, hayatları altüst olanlar unutmadılar o geceyi ve sonra ardından getirdiklerini. 


Biz evimizin depreme dayanmayacağını öğrendik;ama yeniden yaptıramıyoruz apartmanca, bunun için bir ödeme kolaylığı,ek bütçe,bir sistem oluşturulamadı.. O günden sonra aldığımız sakız dahil her şeyden "deprem afet fonu" adı altında para toplandı, peki o paralar ne oldu ? IMF borçlarımızın kapanma vakti gelince oraya aktarıldı, kime soruldu? 


Bazı verilerden bahsediyor televizyonlar 2 gündür anma törenleri programı dahilinde, 80.000 kişi ilk 10 dakikada ölecek diyorlar,2.000.000 kişi evsiz kalacakmış..  140.000 kişi yaralı olacakmış. İyimser veriler bunlar.
Hani şimdi oturduğumuz yerden kimseye zarar veremeyiz gibi geliyor ya, o cehennem dakikalarını umarım ve dilerim ki hiç bir şekilde yaşamayız ;ama öyle bir anda kim kime ne yapar canını kurtarmak için,bir dilim ekmek,bir bardak su ya da şehirden kaçmak üzere kullanacağı bir araba için bilinmez.
"War of the Worlds" filminde şehirden kaçmak için yağmalama sahneleri geliyor aklıma,en iyimser olarak.
Ve ummakla dilemek ne yazık ki , bilimsel veriler ortadayken sadece bir mucize için dua etmek gibi geliyor bana..


Ne yapılması gerekir, her şeyi biz düşünemeyiz,her şeyi biz düşünmeyelim diye düşünmesi için kendi düşüncelerimize en yakın kişileri seçiyoruz zaten bu işleri yönetsinler diye. 
Onlar da ancak oy zamanı boylarının ölçülerinden bahsedip,yaptıkları yollar için alkışlamamızı bekliyorlar.


Alkış mı istiyorsunuz, çözülecek binlerce problemden bazılarını çözün, o zaman alkışlarız. 


Hayatları darmaduman olmuş depremzedelerin hepsi için karanlık günlerin son bulmasını diliyorum ve hiç bir şey anlamadan ya da saatlerce bulunmayı beklerken vefat etmiş kişileri de rahmetle anıyorum. 


Öbür tarafın hesabını yaparken,bu tarafın hesaplarını da unutmayın.


J.

13 Ağustos 2010 Cuma

Hayatı "save" etmek..


Bilgisayar oyunu oynayanlar bilirler, bir yere gelirsiniz, o kapının arkasında risk olduğunu bilirsiniz, tahmin edersiniz, ölüp de oraya gelene kadar tüm  oynadığınız  bölümlerin boşa gitmemesi için oyunu "save" edersiniz ki , kapı açılıp da öldüğünüzde kaldığınız yerden devam edersiniz hayatınıza..

Peki bunu gerçek hayatta yapabilmek gibi bir şansınız olsaydı,-ardı ardına- neler yapardınız?Hem de gelecekte neler yaşayacağınızı ve tüm dünyada neler yaşanacağını bilseydiniz..
Ben kesin loto oynardım, risk almak gibi bir derdim olmayacağı için şu hayatta strese sokup da yapmadığım ,heyecan verici ne varsa denerdim sanırım,bazıları kötü bile olsa, nasısa "save" ediyoruz:)

Nereden mi geldim bu reenkarnasyon olaylarına, okuduğum bir kitaptan..

 Kitap Ken Grimwood'un "Sil baştan" adlı romanı. Jeffrey, aniden kalp krizi geçiriyor ve sonra -ne yazık ki - üniversiteye başladığı ilk yıl gözünü tekrar açıyor, bütün yaşadığı deneyimleri aklında.. (Şu anda okuduğun okulları tekrar okuyacaksın deseler,"işte cehenneme düştüm" derim)
Sonra aynı hepimizin düşündüğü gibi loto tahminleri ile paraya ve daha önceki hayatında sahip olamadığı bir sürü şeye sahip olur, sadece böyle lüzumsuz işlerle uğraşmaz, kötü olayları da değiştirmeye çalışır;ama her olayı değiştirmeye gücü yetmemektedir, bu keşfeder..
Tam her şeyi yoluna koyar ki, her şey yeniden,sil baştan, üniversite hayatından tekrar başlar..
Para kazanmak zaten dert değildir, bu sefer başka şeyler dener.. ve hayatı yine biter..
Ve yeniden, ve yeniden..
Açıkçası kitap son cümlesinde kendini özetliyor "iş hayatı,arkadaşlıklar,karşı cinsten olan ilişkiler,bunlar hayatımızın sadece birer ve değerli parçalarıdır;ama hayatımızı tanımlamaz ya da kontrol etmez.Bu sadece bize bağlıdır,sadece bize.. Ve seçenekler sonsuzdur."

Haftasonu da seyrettiğim "A Serious Man" adlı  film de devamlı olarak hayatımızdaki seçeneklerden bahseden kara mizah bir film olduğundan , bu konularla ilgili materyaller biraz fazla oldu:)
Kitap okunası, son 40-50 sayfa biraz kopuk da olsa,sonunu güzel toplamışlar.
Bu tarz bir dilemma ile nasıl boğuşurdum başıma gelse diye düşürseniz,adam ne yapmış diye merak ettiyseniz güzel bir kitap.Ayrıca sizin böyle bir şansınız olsaydı neler yapardınız diye sormadan edemeyeceğim,yorum kısmına yazarsınız aklınıza gelen enteresan fikirlerinizi sevinirim.

Ha bana sorarsanız "JuVe  Reenkarnasyana inanıyor musun,düşüncelerin nedir,neden bu kadar düşünüyorsun diye" bu konudaki düşüncelerimi Cem Yılmaz çok güzel özetliyor.. 






Cem Yılmaz / Reenkarnasyon


:) Sevgiler

J.

12 Ağustos 2010 Perşembe

"Hokka"

Hangi kültürün,hangi yüzyılın insanlarıyız bilmiyorum.



Hokka Oyunu


Aynı havayı soluyoruz,yanyana geçiyoruz bu insanlarla.. Başınız açık diye,oruç tutmuyorsunuz diye, gece dışarı çıkıyorsunuz diye ve daha bir çok şeyden diye size demediklerini bırakmazlar bir de!

Not: Videodan, 12 Ağustos 2010 günü çıkan Penguen dergisinde Kaan Sezyum köşesinde paylaştıktan sonra haberim olmuştur.Bu giriş aktarma iletisi niteliğindedir.

J.

11 Ağustos 2010 Çarşamba

25..26..27.. 28!


Şuraya tıklayalım önce:)

Bugün benim için güzel bir gün, güzel başlangıçların elçisi gibi..
Bu evimde geçirdiğim son doğumgünüm, evde, ailemle..
Tüm sevdiklerim etrafımda, pozitif enerjiyi çağırıyorum hayatımın bu yeni bölümüne..

Bana göre her hayat, bir kitap gibi bölüm bölüm ilerliyor ve bu da yaşandıkça dolduracağım 28.bölüm..
Benimle birlikte bu güzel bölümleri dolduranlara,güzelleştirenlere,her şeye teşekkürler..


Siz de bu kitabın bir parçası olmaya devam edersiniz umarım..

Sevgiler..

J.

9 Ağustos 2010 Pazartesi

"Dostlarımız için"


Tuna Arman'dan Oturma Eylemi!




1 ay kadar önce görmüştüm,görmeye dayanamamıştım, hamile bir köpek vahşice öldürülmüştü. Şurdan haberin ayrıntılarına ulaşabilirsiniz.
Öyle bir ülkede yaşıyoruz ki, video da göreceğiniz üzere hayvanlara tecavüz eden, çocuk pornosundan hoşlanan "insan" sıfatlı canlılarla biraradayız.
Yaptıkları suçun cezası yok, "hayvanlar" "nesne" sayılıyormuş hukuken ve kabahatmiş sadece yapılanlar.
Sanatçı Tuna Arman 15 Ağustos-4 Ekim arası, olanlara dur demek için, kabahatin suç sayılması için her gün 3 saat Taksim'de olanları anlatacak, ne yapabilirsem ben de bir şeyler yapmaya çalışacağım.
Siz de "dur" deyin,paylaşın,görmezden gelmek yerine harekete geçin!
Unutmayın, bütün seri katiller,büyük suçlular , yapabileceklerini önce gücü yetebilecekleri hayvanlara ve küçük çocuklara uygularlar,sonra sıra size gelir.


Bu vahşete "Hayır!" demek için "dostlarımız için" internet sitesin girip kendinizden başlayarak,imza kampanyasına katılınız,formu çoğaltınız,etrafınızdakilerden de imza toplayınız!


J.

Dipnot

*Efendim, malumunuz yaz, hele ki güneşin rahatsız edici ışınlarından korunmak için güneş gözlüğü takmayı tercih ediyoruz;fakat gözlüklerini patex,japon yapıştırıcı ya da buna benzer şeylerle gözüne yapıştıranlar var sanırım aramızda, ki, iki laf edeceksiniz,bir şey soracaksınız,bir şey konuşacaksınız,zahmet edip o gözlükleri bir çıkarmıyorlar gözlerinden.
Benle mi konuşuyor,sallamıyor mu,alay mı ediyor,başka yere mi bakıyor,noluyor anlamak mümkün değil, biz insanlar olarak -tabii ki ruh sağlığı yerinde olan,özgüvenli insanlar olarak- göz teması kurarak konuşmayı tercih ediyoruz.Lütfen,zahmet olacak, bir insanla konuştuğunuzda gözlüklerinizi çıkarıverin 2 dakika..
Biliyorum kendinizi o muhteşem güneş gözlüklerinizin arkasında çok karizmatik hissediyorsunuz - aksi bir açıklama düşünemiyorum,alışveriş merkezlerinde hatta kapalı havalarda bile gözlüklerinizi takıyor olmanızın sebebi sanırım bu- , rica ediyorum, sosyal münasebetlerde gözlüklerinizi çıkarıverin.. 

*Şimdi ki haberlerim, genç arkadaşlar ve minik arkadaşlarım için,tabii ki onlar tek başlarına gidemeyeceği için veliler için de aynı zamanda!(bir cümlede 3 adet "için")
Santralistanbulda ,4-12 yaş çocuklar için küçük aşçılar,küçük arkeologlar adı altında çeşitli etkinlikler sunuluyor. bu yaz sıcaklarında çocukları havuza,yaz okuluna göndermenin dışında, kendi potansiyellerini oyun içinde farketmelerini sağlayacak güzel bir etkinlik olacağını düşünüyorum. 



Açıkçası yaş sınırlamasını görmeden önce arkeoloji etkinliğine ben de katılmak istedim, sonra yaş sınırlamasını görünce boynum büküldü, dur dedim,bari bloga koyayımda belki çocuklarının boynu bükük kalmasını istemeyen veliler bu etkinlikleri tercih ederler.


Bu fotoğrafların sadece betimlemek amacıyla koyduğumu belirtmeme gerek yok sanırım, ayrıca etkinlikler bunlarla sınırlı değil,ayrıntılı bilgiyi yukarıda verdiğim santalistanbul linkinden alabilirsiniz. Fiyatları biraz pahalı kabul! Yine de bir göz atın bence.. 

Santralatölye'de gençlere uygun etkinlikler de var, onu da yazmadan geçmeyeyim bari, 9-12 yaş gruplarına uygun , video ,fotoğraf ve illüstrasyon atölyeleri, 13-16 yaş için de video ve 3 boyutlu tasarım atölyeleri mevcut. 

Sevgiler..

J.

8 Ağustos 2010 Pazar

"Geri dönüş"




Şimdi bu çöp kovaları nerden düştü gündeme diye düşünmüşsünüzdür. Şurdan düştü, efendim apartmanımızda güzel şeyler oluyor 1-2 senedir. Önce geri dönüştürülecek kağıtlar için poşetler bırakılmaya başlandı, sonra bu poşetler yerini 2-3 ay önce her kata koyulan "geri dönüşüm kutularına" bıraktı. Cam,kağıt,plastik geri dönüştürülecek bütün materyaller içine atıldı, şunu da belirtmeliyim, herkes gayet bilinçli bir şekilde kullanıyor kutuları apartmanımızda.
Bu hafta daha da ileri gitti, "atık yağları" toplamak için ve "atık pilleri" toplamak için ayrı kaplar bırakıldı apartmanımıza.Tabii sadece bizim apartmana değil bu, sitemize ve çevredeki sitelere.
Biz Kadıköy belediyesine bağlıyız, bu uygulamalarını tebrik ediyorum; fakat anlamadığım şu: Şimdi diğer belediyeler neden yapmıyor diye bile sormayacağım, soracağım şey, biz Acıbadem'de ikamet ediyoruz, benim Kadıköy'ün göbeğinde, Bahariye'nin arkasında oturan tanıdıklarımın apartmanında hiç böyle bir uygulama yok,neden acaba?

Umarım en kısa zamanda bu uygulamalar gelişir,sadece Kadıköy belediyesinde kalmaz,diğer belediyeler de yapmaya başlar, belki de uygulanan başka belediyeler vardır;ama ben bilmiyorum.
 Eminim koyulsa bile uygulamayacak, orada sittin sene duracak yerleşim bölgeleri de var, bunun bir kültür,eğitim meselesi olduğunu da biliyorum;ama bunları bahane etmek yerine, o eğitim verilmeli okullarda başlayarak;çünkü çocuklar büyüklerden çok daha ilgili bu konulara.

Umarım kapınıza gelmeden de olsa başlarsınız "GERİ DÖNÜŞtürmeye"..

J.

6 Ağustos 2010 Cuma

"Baba-oğul-kutsal ruh"




Baba-oğul kısmına geçmeden önce, baba-çocuk kısmından,kendimden bahsetmek istedim, "babam" dan.. 
Şimdi ki çocuklarla babaları arasındaki gibi sıkı bir ilişkimiz olmadı babamla hiç şimdiye kadar; belki babamla aramızda çok yaş farkı olduğundan, belki onun yetiştirilişinden ,bilmem.. Belki de sevgisini gösterişinin farklılığından.. 
Hiç bir zaman karşı çıkmadı babam bana, şehir dışında okumaya karar verdiğim zaman dışında, sonra kabullendi, kararlılığımı ve planlarımı dinleyince ve kayıt yaptırmaya,kalacağım yeri seçmeye beraber gittik.. "
"Ben gidebilir miyim" demedim belli bir zamandan sonra, çok soru soran izin alan biri olmadım, sesini çıkarmadı, sadece "nereye" dedi.. 
Aldığım kararları sorgulamadı, her zaman destek oldu, kendince ve olabildiğince.. 
Hala kafa kafaya toslaşabiliriz,birbirimizi gıdıklayabiliriz,birden parlayıp 5 dakika sonra gülebiliriz,bir aslan ve bir boğanın inatçılığıla hala hareket edebiliyor olabiliriz, aslında "hala" değil, artık.. Yaşlandıkça başkalaştı.. 
Beraber parka gidip kaydıraktan kaydırdığı günlerle bu yaşlarım arasında bir boşluk var, belki anneye döndüğünden kızlar.. 
Bilmiyorum.. 

Babalarla oğullarının farklıdır ya aralarındaki ilişki.. Aslında ergenliğe kadar galiba bu süre.. 
O "anne-babayı" beğenmeme sendromununun geçmesine kadar. Sonra üniversite,kızlar,partiler,ayrı evler.. Derken kopuyor yavaş yavaş paylaşılanlar...

Nereden mi geldi aklıma, böyle yazılar "babalar günü" içindir değil mi genelde, bize kakalanmış o "önemli" günler adı altındaki safsataların altında yazılır.
Yok, bir kitap okudum, ondan yazdım.. 



Yazarın ergenlik çağındaki oğluyla gerçek hikayesi.. Oğlunun lisede notları düşüşe geçer, bunun sonucu oğluyla bir anlaşmaya varır yazar, oğlu okulu bırakabilir,bütün gün uyuyabilir,çalışmasına ya da kira ödemesine gerek yoktur;ama karşılığında haftada babasının seçtiği 3 filmi seyretmesi gerekmektedir.
Şu linkte ayrıntılarını bulacağınız üzere, benim de kitabı okumamdaki sebep içinde geçen filmlerle ilgili yorumlardı;ama bundan öte baba-oğul iletişimi,ergen problemleri, geçim sıkıntısı, bir ebeveyn olarak çocuğunuzun hayatına yön verme sorumluluğu,çocuğuyla bir çok konuyu hatta bazen onu rahatsız edecek konuları bile konuşması,cevap vermesi, yanlış yaptığında özür dilemesi,problemlere çözüm bulması.. Bunlar beni etkiledi, bir kez daha ebeveyn olmakla ilgili düşündürdü.. 
Kitapta geçişler biraz kopuk da olsa ,yazım hataları,çeviri saçmalıkları da olsa 2 günde pırt diye bittiğinden,merak ettiyseniz alın derim.. 
Kitabın adını ve yazarını verelim açık; "David Gilmouri -Film Klübü"

Beni etkileyen bir kaç  diyalog kitaptan; 

"- Oğul : "Lowry'yi okumak için yaşım çok mu küçük sence" 
Zor soruydu.Hayatının bu döneminde ,o kitabı en fazla 20 sayfa okuyabileceğini biliyordum.
 -Baba: "Ondan önce başka kitapları okuman gerek"
-Oğul: "Hangilerini?"
-Baba: "Üniversiteye bu yüzden gidilir"
-Oğul:"Üniversiteye gitmeden okuyamaz mıyım?"
-Baba:"Okuyabilirsin;ama insanlar okumazlar.Bazı kitaplar ancak zorla okutulur.Resmi eğitimin güzel tarafı budur.Normalde uğraşmayacağın bir sürü şeyi okumanı sağlar."
-Oğul:"Bu iyi bir şey mi peki?"
-Baba:"Sonuçta evet"   "

 Bizim üniversite anlayışımızdan çoğunlukla uzak olsa da,üniversite eğitimini çok güzel özetlemiş bir cümle bence.. 

"Baba ve oğlu aşk acısı üzerine konuşmaktadır,unutamadığı kız arkadaşı üzerine; 
-Baba: "Sigarayı bırakmak gibidir, bir ay geçer sarhoş olursun..Bir iki taneden ne olacak dersin.İkinci sigaranın yarısında niye bıraktığını hatırlarsın.Ama artık tekrar başlamışsındır.Böylece on bin civarında sigara içtikten sonra aynen o ilk sigarayı yakmadan önceki noktaya geri dönersin.. 
-Oğul: "Ben sigarayı da bırakamam ki baba".. "


İyi okumalar.. 

Foto kaynak

J. 






2 Ağustos 2010 Pazartesi

"itinayla beyne fikir ekilir"




Imdb'de daha şimdiden 9.2 puanı toplamış olması bile yeterli filmi seyretmek için bence..
Hemen seyretmem gerek dedim, herkes fikrini söylemeden,filmden soğutmadan ya da filme göre beklentilerimi gereğinden fazla yükseltmelerine ihtimal vermeden. 
"Hem bu sıcakta sinemanın soğuğunda film seyretmekten daha iyisi mi var" diyeceğim;ama dişlerim takırdayacaktı nerdeyse, iyi ki hırkamı almışım yanıma!

Eğer "bilinç","bilinçaltı","astral seyahat" ,"düşünce gücü" gibi konulara meraklıysanız, film tam size göre.. Mükemmel çekimler, mükemmel geçişler.. Bir anlığına kopmuyorsunuz filmden. 
Oyuncuların hepsi cuk oturmuş,oyunculuk performansları harika!

Filmde şu kelamlar çok güzeldi;
"Fikir virüs gibidir, bir kere yayıldıkça insan beyninden çıkarmak imkansızdır, fikir tohum gibi yayılır ,genişler"

Tamı tamına, cümlesi cümlesine bu olmasa bile hemen hemen buydu söylenenler. 
Son zamanlarda seyrettiğim en iyi filmdi. 
Matrixle,onla bunla,daha önce yönetmenin çektiği diğer filmlerle filan karşılaştıramayacağım.. 
Ama ekşi sözlükten bir yorumu paylaşmak isterim ;"film o kadar iyi değil,o kadar kötü değil. yine de bir iki boyut az koyup özet geçselermiş iyi olurmuş"
Bu bir cinayet romanı okurken baştan katili söyleseymiş de uzatmasaymış demekle aynı şey, seyredince siz de hak vereceksiniz. 
Seyredin der, iyi seyirler dilerim .

J.

Related Posts with Thumbnails