29 Temmuz 2010 Perşembe

5.cadde

Efendim,
Reklamdı,oydu,buydu bana göre değil; kaldı ki blogumda en küçük bir reklam bile yok gördüğünüz üzere.
Sadece beğendiğim,hoşuma giden,tavsiye edebileceğim şeyleri yayınlıyorum arada sırada.

Dekorasyon,makyajdı,alışverişti böyle uzuuun uzun uzadıya anlatan blogları değil, keyifle inceleyebileceğim blogları,siteleri takip ediyorum. Bunlardan biri ikide bir de bahsettiğim salıncaktaikisi.com ,bir diğeri nasıl giysem..
Alışveriş sitelerinden markafoni,trendyol,limango en takip ettiğim siteler;ama şu ana kadar hiç birinden alış veriş yapmadım.Ben genelde bu sitelerde "bakıcıyım".Bir şey alacaksam denemem lazım, denemeden gözüm kapalı ah şunu alayım! dediğimde de çoktan "tükendi!" yazısı yapışmış oluyor üstünde..




İşte yeni bir satış sitesi ve blogundan bahsedeceğim size, inceledim, çok seviyeli bir "kadın blogu" bir kere kendisi ve sadece kadınlara özel ürünleriyle ortaya çıkacak bir ürün satış sitesi 5.cadde .
Site Ağustos'ta test yayınına başlayacak ve 1 Ağustos'a kadar web sitesine üye olanlara 5 liralık hediye çeki sunuyor.


Umarım güvenirliği ile,çeşitleri ile "sık kullanınlar"a eklediğimiz, her sabah "dur bakalım bugün ne çıkmış" diye göz attığımız, alışverişten sonra pişman etmeyecek bir site olur 5.cadde! 


İyi alışverişler..

J.

"Tuhaf diyaloglar"

Nerde tuhaf olay,dialog,monolog,bilimum log varsa beni buluyor.

Her bayan genç görünmek ister değil mi, işin sırrı sigara içmemekte onu söyliyeyim de baştan...
Ben bıktım genç görünmekten,22 yaşındayım,sevgilimle sinemaya gidiyoruz,sinemada 16 yaş sınırı var, benim boyum da kazık kadar bu arada onu da belirteyim.. Çoluk çocuk herkes girdi filme,biz bilet alıyoruz, bilet kesen hanım -küçük hanımın kimliğini görebilir miyim? , ben de arkama filan baktım,bir çocuk mu var,bizimle beraber mi sandılar acaba diye, hayır bankoda bizden başka kimse yok.. Tekrar döndüm, aynı soru, küçük hanımınkimliğini görebilir miyim acabaaa? Benmişim küçük hanım.. 


Geçenlerde bir tanıdığım evleneceğim zaman saçlarımı yaptıracağım yerle ilgili istersen benim kuaförüme götüreyim seni dedi, tamam dedim gidelim bir konuşalım,tanışalım. 
Gittik.. şu anda 27 yaşındayım bu arada.. Beni tanıştırdı kuaförüyle," bahsetmiştim sana evlenecek arkadaşım,bir bak,napabiliriz" filan diye anlatıyor tanıdığım, kuaför beni sallamıyor. Duvağın nasıldı JuVe? filan diye soruyor arkadaşım, ben tarif ediyorum, kuaför "ha siz ciddisiniz, ben şaka yapıyorsunuz sandım".. Evet, şaka yapmak için bilmediğim kuaförlere giderim ben sıcakta,en büyük hobim.. Ardından kuaförün makyöz karısı "sen kaç yaşındasıın kiieee" dedi. Yani küçük olunca,ya da sakin durunca böyle senli,benli ,hoppala guppala konuşma hakkına sahip olabiliyorsunuz.. 


Evlilikle ilgili bilimum işlemler arasında ,doktor raporu alıyorsunuz uyduruktan -sadece bel soğukluğu testi yaptılar sanki en bulaşıcı hastalık ya da en tehlikeli hastalık oymuş gibi- sonra bu uyduruk testin sonucu alıp, belediye doktoruna onaylatıyorsunuz.Belediye doktoru sevgilimle beni gördü, "siz akraba mısınız" dedi,
bir kardeş demediğiniz eksikti o da oldu dedim şu salak konuşmalarınızda, "hayır,neden sordunuz" dedim;çünkü birbirimize de benzemiyoruz.. "ikinizin de gözleri renkli de ondan,nasıl buldunuz birbirinizi" dedi. Doktor ha bunu diyen! "oldu o zaman" diyerek ayrıldık ordan..


Sonra bu evraklarla belediyeye gün almaya gittik,sıramızı bekliyoruz,gelin ve damata yaptıkları işler  soruluyor tek tek, bazı soruların yanında.. Bana mesleğimi sorma ihtiyacı duymadı görevli, ya kaçıyorum ya okuyorum ikisinden biri herhalde kendi kafasına göre, "okuyor musunuz?" dedi. Artık sallamadım, he okuyorum dedim.

Daha da yorumu size bırakıyorum..

Foto kaynak
J.

26 Temmuz 2010 Pazartesi

"Bir garip zeplin hikayesi"


Ufo'ydu,piramitlerdi,stonehedge'di,mısır tarlası işaretleriydi nasıl olduğu belirsiz,şüpheci,tartışmalı hikayeleri çok seviyorum.
Filmleri olsun,belgeselleri olsun hep seyri,anlatılması güzel hikayelerdir benim için; ama bu filmin içinde bir anlığına da olsa kendimi içimde bulmam daha güzel oldu:)

Seneler önce, bu dediğim 10 sene önce filandı sanırım, bir zeplinimiz vardı,pıtı pıtı dolaşıyordu,hatta kaybolmuştu halatlarından kopup hatırladınız mı?
Heh! Daha ilk turuydu belki de bu anlatacağım hikayelerde geçen olaylarda konu mankeni olmasıyla..

O gün bizde çok sevdiğim Filiz ablam vardı;5 katta oturuyoruz biz,önümüzde açıklık,Anadolu yakasının kadıköy-haydarpaşa-altunizade tarafı önümüzde olduğu gibi, bu zeplinceğizi de ufo gibi ışıklandırmışlar ..
Sakin sakin yol alıyor,derken bizim evin ordan geçiyor ufo:)

Filiz Abla :" Aaaa daha önce hiç görmemiştim!" şaşkınlığı üstünde.. (çünkü biz her gün ufo görüyoruz:))
Ben : "Ahanda! Geldiler en sonunda" (içimde bir yerlerde inancım sonsuz demek geleceklerine!)
annemin ne dediğini şaşkınlıktan hatırlamıyorum,bu okuduğunuz şey saniyeler içinde oluyor.Toparlanıp "heeaa" moduna giriyoruz.. 


Aynı anda arkadaşlarımdan ikisi -erkekler- bizim burdaki çok dik yokuşun altındalar, bu ufo da yokuşun tepesinde salınıyor, onlarda yere yatıyor "geldiler!" modunda:)

Başka bir ufo hikayesi..
Gene 10 sene önce filan oluyor bu. Gece cayır cayır telefon çalıyor, bir dayım arıyor,bir teyzem.. Uykumuzdan uyanıyoruz.. "Noluyo yaa" tribinde soruyorum, annem "teyzenler arıyor ufolar gelmiş" diyor, ben de "heaa öyle mi " diyip yatıyorum,"bugün gelen yarın da gelir herhalde" diye düşünüyorum herhalde.. Sabaha karşı gene arıyorlar.. "Aaaa yeter!" diyip bütün aile balkona çıkıyoruz..
Ve evet ufolar gelmiş:)

Hayatımda kaç kere görürüm,bir insana kaç kere böyle bir şeyle karşılaşmak nasip olur bilmiyorum, enfes bir "meteor yağmuru " seyrediyoruz...

Şimdi yazıyı yazınca düşündüm de, dünyanın en şüpheci insanları aynı evde yaşıyorken, aniden başımıza gelince bir anlığına ya da tamamen kendimizi kaptırırcasına inanmaya meyilliyiz sanırım..

Görüşürüz.

J.

25 Temmuz 2010 Pazar

Fıtrat vol.2

Fıtrat..


Fıtratla ilgili daha önce bir yazı yazmıştım, bu 2. yazım. Etraftaki çoğunluk değiştikçe bu ve benzeri kelamların kullanıldığı daha nice yazı yazabilirim(z) sanırım.
Geçen gün bir dükkanda başı bağlı bir hanım -ki kendisi daha çok hanımların müşterisi olduğu bir sektörde çalışıyor- sıcaklardan çok bunaldığını söyledi. Beraber alışverişe çıktığım tanıdığım,bu sıcaklarda daha rahat şeyler giyilebileceğini söyledi kendisine .
Kendisi cevap olarak ilahihayat mezunu olduğunu, fıtratının kaldırmayacağını söyledi.
Kendisinin fıtratını, daracık beyaz pantolon giyip, mavi lens takmak kaldırıyordu.
Fıtrat.. Nası bişi acaba?

Fıtrat: yaradılış,hilkat. (kaynak: Türk Dil Kurumu)


Demek belli bir kalitesi,elle tutulur ,gözle görülür ölçüsü yok bu fıtratın.
O yüzden herkesin fıtratı kendine!

J.

23 Temmuz 2010 Cuma

5



birisine kendini anlatmakla geçiyor ilk sene,
birisini "anlamaya çalışmakla" geçiyor ikinci sene,
3. sene orta yolu bulmakla..
sonrası mı..
Orta yolu kendine çekmekle:)

daha "alo" demenizden ruh halinizi anlamasından bellidir artık her şey,
daha siz bile düşünmeden düşüneceğiniz şeyi bilmesidir,
belki en çok bu yüzdendir O'na kızmalarınızın sebebi- herkesten daha iyi bilirken sizi, kırıp geçirmesinedir-
görmediğinizi görür, görmek istediklerinizi gösterir,"siz kaçırmayın!" diye.. 
bundandır o kalp çarpıntısı, mutluluktan kuyruğunu sallamasının ayarı kaçmış bir köpek gibi, kuyruğu acısa bile pıt pıt yere vursa da sevinmesine engel olamayan "kalbiniz" gibi.. 


inatlar,egolar,düşünceler 5 sene önceki kadar sabit değildir artık..
başka yöne baksanız da tırnaklarınızın ucunun bile değmesi ne hissettiğinizi bilmenizden ve yetmesindendir..

5..
nice 5,10,15....50'lere..


not: fotoğraf , şarkı için özel teşekkür bokböcesii

21 Temmuz 2010 Çarşamba

JuVe Olay Yeri: Stephan King'den Hapishane Hikayeleri

Baştan söyliyeyim, hiç Stephan King kitabı okumadım, tam okumaya niyetlendim, Stephan King'in öykülerinden yapılan  filmler arasında çok beğendiklerim ve hiç mana veremediklerim oldu. Annem de bir Stephan King fanatiği olduğundan ters bir laf edip okları üstüme çekmek istemiyorum,belki ben anlamıyorumdur:) Bu yüzden okumamaya karar verdim.


Son zamanlarda- 2002'den bu yana- nedense seyrettiğim filmler arasında "off! bu film çok güzel, al kenara koy , zaman zaman seyret!" dediğim filmler o kadar az ki, hatta neredeyse yok denecek kadar az. 
Bu yüzden biraz geriye dönük film tavsiyelerim var bu ara size, seyretmişsiniz , belki de kaçırmışsınızdır.  
Eğer benim de kaçırdıklarım varsa sizden tavsiyelerini bekliyorum yorumlar kısmında . 


Bunlardan ikisini anlatacağım bugün size. 
Stephan King'in "The Shawshank Redemption" ı ilk sırada.Türkçe'ye "Esaretin Bedeli" olarak çevrilmiştir film ve bu isimle gösterime girmiştir. Film 1994 yapımı ve Imdb'ye göre gelmiş geçmiş en iyi 250 film sıralamasında 1 numara. 


Filmde "Andy Dufresne" karakteri ile karşımıza çıkan Tim Robbins, karısını ve karısının sevgilisini öldürmekten şüpheli de olsa ,aksini kanıtlayamadığı için 2 defa müebbet hapis cezası ile Shawshank hapishanesine gönderilen bankeri canlandırıyor. Burada önceleri sessiz sakin takılıp ortamı gözlemliyor,belli bir süre sonra "Ellis Boy Redding" karakterini canlandıran Morgan Freeman 'ın uzunca süredir hapishanede olduğunu ve içeri izinsiz bir kaç parça eşyayı sokabilen tek kişi olduğunu görür,onunla yavaş yavaş dostluk kurmaya başlar.


Hapishane koşullarında her şey günlük güneşlik gitmez tabii ki, oldukça kötü şeyler de beklemektedir Andy'i; fakat başına gelen tüm kötülüklere rağmen,2 kez müebbet hapis cezasına rağmen "umut" etmekten asla vazgeçmez, 
"umut" etmekten çoktan vazgeçmiş "Red" in tam aksine.. 


Filmin tanıtımında da kullanılan en göze çarpan en güzel kelamlarından biri : "Fear can hold you prisoner, hope can set you free" = "korku sizi tutsak, umut sizi özgür kılar" 


Filme dair ne anlatsam seyrederken tadını kaçırır ;ama mutlaka seyretmeniz gereken bir filmdir.. 




Bahsedeceğim 2. film "Green Mile" ="Yeşil Yol"
Yeşil Yolda ' da aynı The Shawshank Redemption'da olduğu gibi hakkında aksi ispat edilemediği için 2 küçük kızı öldürmekten hapishaneye düşen insan azmanı görünümlü John Coffey -Michael Clark Duncan-, cezasını çekmek için  Paul Edgecomb -Tom Hanks-'in baş gardiyan olduğu hapishaneye getirtilir.


 Başta herkesin çekindiği John Coffey daha sonrasında herkesin dostluğunu kazanacaktır; bunda sahip olduğu doğa üstü güçleri, dev cüssesine sığdırdığı bir o kadar dev güzel kalbi neden olacaktır. 
Tabii ki yer bir hapishane olunca kötülerin en kötüsü tutsaklar ve tatminsiz gardiyanlar da işin tuzu biberi olacaktır. 


Düşünüyorum, Tom Hanks yerine Tim Robbins, Tim Robbins yerine Tom Hanks oynasa kesinlikle yadırgamazdık. İkisinde de oyuncu seçimleri mükemmel olmuş. 
Önyargıların ne kadar insanı tutsak ettiğinin de öyküsü bir bakıma hem Green Mile, hem de Shawshank.
Green Mile'da doğa üstü olaylar söz konusu olduğu için Shawshank Redemption kadar şiddetle tavsiye edemiyorum;ama bence mutlaka seyredilmesi gereken filmlerden biri Green Mile.


İyi seyirler. 


J.

20 Temmuz 2010 Salı

"Seven"

"Hayatla mücadele etmektense ,uyuşturucuya sığınmak daha kolaydır.

Çalmak, çalışarak elde etmekten kolaydır. 
Bir çocuğu dövmek,Onu büyütmekten kolaydır.
Aşkın bedeli vardır. Çaba, uğraş gerektirir."

*Seven

Bu bir film tanıtımı değildir, Seven filmini yeniden seyrederken çok beğendiğim kısmından alıntıdır.
Ne varsa eskilerde var tadında yazılarla devam edeceğim bu ara..
Görüşürüz.

J.


16 Temmuz 2010 Cuma

JuVe Olay Yeri: "Cop Out" ve "Valentine's Day"


Sabun köpüğü filmlere ihtiyacım var biraz, bu sıcakta zaten daha fazlasını kafam almıyor. Böyle polis,aksiyon,komedi filmlerini çok severim. Bad Boys 2 yi kaç kere seyretmişimdir,bilmiyorum, katıla katıla da gülmüşümdür. "Cop out" 'u da aynı hislerle seyrettim, Bruce Willis referansı da cabasıydı üstelik..
Toplam olarak filmde yüzümü hafif bir tebessüm yayılmasını sağlayan 1 dakikalık bölüm dışında hiç bir şey yoktu.
Aksiyon,komedi,eğlence.. Hiç biri yok filmde.. Imdb 5,8 wermiş ben kendisine 2 veriyor bu filmi es geçmenizi gönül rahatlığıyla söylüyorum..


Bu filmi -Valentine's Day- seyretmekle ilgili yakın arkadaşlarımdan biriyle konuşmuştum;"aman aman J. hiç gerek yok,tamamen zaman kaybı,o kadar aktörü,aktristi toplamışlar; öyle olunca senariste para kalmamış" buyurdu. Sonra başka bir arkadaşım çok güzel dedi. 
Duruyordu film,dur bir bakayım dedim,çok kötü giderse, seyretmeyiz olur,biter..
Jessica Alba, Jessica Biel,Jennifer Garner -ki çok severim kendisini- , Julia Roberts,Jamiee Fox, Ashton Kutcher,Quenn Latifah oyunculardan sadece bir kaçı.. 
Film neye dair diye sorarsanız, bir sevgililer gününde geçen bir sürü hikaye var.. 
Küçük bir çocuğun hikayesi,yeni çıkan ,birbirini tanıma aşamasında olan bir çiftin hikayesi, uzun yılları geride bırakan bir çiftin hikayesi, terkedilenin, yalnızların,sevgililer gününden nefret edenlerin hikayesi. Korkmayın öyle sap gibi birbiriyle alakasız kişiler değil, aslında hikayelerin hepsi birbiriyle kesişiyor.


Filmi hayatın anlamını bulmak için seyrederseniz,boşuna seyretmeyin; ama şu diyalog için bile seyredilir film:
-sen nasıl karınla bu kadar iyi anlaşıyorsun?
-çok kolay,en yakın arkadaşımla evliyim!


Dediğim gibi filmden büyük bir beklentiniz olmazsa, şöyle mısırımı alayım,meyvamı alayım,ayaklarımı uzatayım,kafamı dinleyeyim diyorsanız,seyredilecek bir film. Imdb 5,7 ,JuVe 6-6,5 verir bu filme..

İyi seyirler.

J.

İstanbul'un 8.tepesi

7 tepeli İstanbul'un 7 tepesini kaç kişiye sorsak söyleyebilir diye içimden geçirdim haberi seyrederken..
Çok biliyormuşuz gibi, şimdi 8.tepesi çıkmış, önerilen yerde 261 metrelik yüksekliği ile İstanbul'un en yüksek gökdeleni olan  binanın yapan kişiler tarafından kültür bakanlığı ile görüşmeleri sonucunda, kültür turlarına çıkıldığında İstanbul'a buradan bakarak İstanbul'un güzelliğini gözler önüne sermekmiş amaç..
Benim haberlerden gördüğüm kadarıyla,İstanbul'un en çirkin görüntüsü vardı gözlerimin önünde,"çarpık yapılaşmayı iyice göremediyseniz aşağıdan gezerken ,gelin buyrun buradan görün" der gibiydi görüntüler..

Sanırım hiç Galata Kulesi'nden İstanbul'a bakmamışlar bu manasız turları düşünenler ve buradan da kazanç elde etmeyi planlayanlar.

Galata Kulesinden de vazgeçtim, hiç Büyük Çamlıca'dan İstanbul'u ayaklarının altında görmemişler..

Sizin için görseller aradım;ama hiç biri gözümle gördüğümün hissini veremedi,belki olabildiğince kendim fotoğraflandırıp koyarım bloga,görmeyenler ve göremeyenler için..

Sevgiler..

J.

12 Temmuz 2010 Pazartesi

Haziran ,Temmuz ayları,başlar tadilat kudurmaları...

Efendim,ne zaman haziran-temmuz-ağustos geliyor, hatta daha da erken,ilk azıcık havalar ısınmaya başladı mı nisan sonu mayıs başı gibi, bizim apartmanında -sanıyorum ki sizin apartmanda da- tadilat manyaklığı başlıyor.
Bizim apartman 27 yaşında, şu çoğunuzun anasının babasının çalışırken girdiği gereğinden fazla para ödeyip - 2 ev parası belki de- bir türlü zamanında bitememiş, sonunda kavuştuğunuzda oh! dedirten evlerden, Allah aratmasın depremde dışarda sabahlarken  mumla aramıştık evceğizimizi..Bu yüzden herkes yenileme çabası içine giriyor, mortgage çıktığından beri herkes dairesini satıp uzakta da olsa içi güzel bir ev almayı düşünüyor,dolayısı ile eskiler evden taşınınca yeni ev sahipleri başlıyor sıfırdan daire inşaasına...

Biz bu depremden sonra ,aparmanı tamir ettirdik ,sonra itü'ye ölçüm yaptırdık,dediler ki 6 şiddetindeki depremde burası yıkılır, etekli olduğu için apartmanınızı sağlamlaştırmak da bir işe yaramaz - ki sağlamlaştırdıktan sonra çıktı bu sonuçlar- en güzeli yeniden yaptırın..

Yeniden yaptırmak için de oldukça uygun teklifler aldık,toplantılarda herkes gırtlak gırtlağa geldi, cevap şu oldu "bir şey olmaz",tamam olmasın da neye dayanarak söylüyorsun bunu adam? 
Her gelen ya da her ev sahibi evinin içini yaptırmak için bizim inşaat şirketlerine ödeyeceğimizden çok daha fazlasını harcadı..

Bu dediğim 7-8 senedir konuşulan bir mevzu,biz apartmanın  kırılan duvarını yaptırmak için yola çıkarak tüm site yolunu ve giriş merdivenlerini yaptırdık,çok da süper duruyor şimdi,afili oldu,dışı seni,içi beni yakar hesabı.. İlkokul arkadaşım, yan apartmanda oturuyor;fakat üniversiteden sonra antalyaya yerleşmişti ordan döndü daha yeni,bizim bütün siteden gayrı yaptırdığımız yeni lüküs site yolu ve apartman girişini görünce, "JuVe apartmanı yıkıp yeniden yaptırmaya merdivenden mi başladınız?"dedi,
çok güldüm "evet dedim,para bulunca gerisini de yaptiriciğiz"..

Evin içinde yaşayanların çoğunun yaşlı,hasta olmasından hatta yeni taşınan eski ev sahiplerinden birinin senelerdir yatalak olmasından bahsetmiyorum bile , bu gürültüye dayanmak zorunda kalıyoruz her yaz...

Diyeceğim şudur ki, tadilat yapıp kafasını şişirdiğiniz komşularınız,hakkınızda pek iyi şeyler düşünmüyor.

Tadilatsız günler..

J.

9 Temmuz 2010 Cuma

İstanbul'a..


Eski İstanbul hikayelerini,efsanelerini tarihe meraklı annem anlatır durur, ufaklığımdan beri alır götürür beni müzelere,saraylara..Saatlerce eskicilerde,antikacılarda dolaşıp eşyalara bakıp yaşanmışlıklarını düşünmem de bundandır herhalde, oraların eski kokusunu duyup büyüdüğümden ve hatıraları en çabuk geri getiren kısmın beynin duyduğu kokuyu hafızasına alıp,sizi o kokuyla tekrar buluşunca o günlere götürdüğünden..

Melekler ve Şeytanlar'ı okuduktan sonra, hemen İtalya'ya gitsem,oraları görsem diye geçirmiştim; ama hemen ardından dünyanın en köklü kentlerinden birinde yaşıyorum, keşke biri de buraya ait hikayeleri anlatan bir kitap yazsa diye düşünmüştüm.Düşündüğüm gerçek olmuş,geçenlerde söylemiştim Ahmet Ümit'in "İstanbul Hatırası" adlı yeni romanının çıktığını.
Romanı okurken o kadar utandım ki,anlatamam.3 sene boyunca gelip gittiğim,artık nefretle gidip geldiğimden midir nedir bilemediğim ;ama özrümün ve bahanemin hiç bir şekilde olmayacağı,İstanbul'un en ihtişamlı yerlerine başka gözle neden bakıp,incelemediğimin utancıydı bu.Daha 2 gün evvel boğazkesende fotoğraf çekerken de, bilmediğim binlerce sokağın var diye içimden geçirmiş,soluklanmak için bir çay içerken bilmediğim bir efsanesini,bir hikayesini daha dinlerken "hayat sokaklarda" diye düşünmüştüm.

Kitaptan mı bahsetsem biraz, ben artık bu kitapları katili bulmak için okumuyorum sevgili okuyucum, övünmek için de söylemiyorum, senelerdir okuya okuya mı diyeyim, artık kitapların yazarlarına aşina olduğumdan mıdır, daha ilk karşılaşmamda anladım katili.. Katil bahaneydi zaten,bu kitap Ahmet Ümit'ten bize bir İstanbul hatırası...

Bazılarını annemden duyduğum, bazılarını yeni öğrendiğim, bazılarını yarım yamalak bildiğim, her gün tramvayla önünden geçerken baktığım yerlerin bilmediğim hikayelerini öğretti,daha bilmediklerimi öğrenmem,fotoğraf makinasını boynuma atıp gitmem için itti beni kitap,tabii beni ne kadar utandırdığını bir kez daha vurgulamama gerek yok herhalde.

Tarihi sevmiyorum;tarihin içindeki güzel hikayeleri seviyorum ben.Bilemiyorum,bilemedim,çok isterdim bilmeyi,bir çırpıda padişahlarımızı saymayı kronolojik sırayla, kim kimin oğluydu ,nolmuştu diye.. Ama tutamıyorum aklımda..
Daha güzeli hepsi birbirinin aynı anlatılan "heybetiyle göründü padişahımız,tez kesti kelleleri,bozguna uğrattık hepsini,şanlı osmanlı ! dadandık viyana kapılarına hoy hoy da goy goy" dan başka hikayeleri dinlemek benim için..
İstanbul'un altından geçen dehlizlerin hikayeleri,birbirlerine aşkını itiraf edemeyenlerin ya da siyasi bir mesajı kelle koltukta bir yaşam sürdürkleri için direk olarak söyleyemeyip de da vinci'nin şifresi kadar karışık olmasa da , şifrelenmiş anıtlarla,binalarla,şiirlerle birbirlerine anlattıkları, bazıları ürkütücü,bazıları merak uyandırıcı bazıları inanmasak da dinlemesi bile keyifli hikayelerini bilmek daha güzel bence!

 Hiç bilmeden üstünde yaşayıp,vazgeçemediğimiz bu şehri tanımak için bir turist gibi çıkmalı yola,
 burdan italyaya gitmişiz gibi hevesle dolaşmalıyız yollarında..

J.

JuVe'nin enteresan hikayelerinden.

Yazıya başlamadan bir şey diyeceğim, bu lafım sana okuyucu,iyi oku!
Bakıyorum her gün 30-40 kişi ziyaret ediyorsunuz,çok teşekkür ederim, 172 kişisiniz, bazen 1-2 eksilip artıyorsunuz, siteye girip "cee ee" diyip çıkıyor musunuz, insan okudum,anladım der,bir şey yazar, aşağıya "tepkisiz" butonu koydum ,en azından okudum ;ama  ben de bir tepki uyandırmadın manasında bir tıklar oraya.. 
Bazen düşünüyorum,beni okuyorlar sanıyorum,kendim çalıp kendim mi oynuyorum noluyorum diye, hayır, öyle olsa da problem değil,zaten kendime yazıyor gibi yazıyorum bir şey değişmez de, bu "tepkisizlik" neden onu merak ediyorum.. 


Neyse.. Sen gene  bildiğini oku okuyucu -her manada:)-

*bu anlatacağım hikaye çok ders çalıştığım bir zamanda başıma geldi:) sınav zamanı malumunuz telefon trafiği çok olur,bu hem stresinizi sizinle aynı şekilde hissedenlerle paylaşıp rahatlamak için hem de anlamadığınız kafanıza takılan bir şeyleri çözmek için oluşmuş bir trafiktir.. O dönemde o kadar çok telefon çalmıştı ki, en son şu duruma gelmiştim,bir defasında içeride telefon çalıyor , ben daha bırakın telefona cevap vermeyi,yerimden bile kalkmadan telefona sesleniyorum "kiiim oooo" .. Bir de cevap bekliyorum.. Ardından telefon hala çalınca, devam eder.. "kim o dedik ya":D:D işte o an,beyinde bir şeylerin koptuğu andı... 

*bu hikayem daha enteresan:) pek başınıza gelebilecek türden değil. Karşı komşumuz taşınmadan önce sık sık gelip giderdik birbirimize,annem komşumuza bir şey söylememi istemişti, artık günde 2-3 kere birbirimizin kapısını çaldığımızdan mı bu başıma geldi bilmiyorum.. Kapıyı çaldım,açan yok.. offlanıp puflanıyorum bir de, neden açmıyorlar bir saattir kapıyı diye..Beklerken beklerken, kendimi gördüm aynada.. "Allah Allah" dedim içimden "apartmanın içine ne zaman ayna koydular,daha 1-2 saat önce baktım.. "... sonra önüme dönerim,bir daha kapıyı çalarım ,kapıyı açmalarını beklerken aniden fark ederim.. Daha evden bile çıkmamışım ki kapıyı açsın komşu, çaldığım kapı bizim evin kapısı, ayna bizim evin kapısını yanında duran ayna.. Bravo JuVe:) 

*Bu benim için trajikomik bir hikaye,siz muhtemelen güleceksiniz.. Son kedimiz mırmır,kesinlikle misafir sevmeyen,apartman kapısının önünden bile geçmeyen,sokaktan çok korkan bir erkek kediydi, kızgınlık dönemiyle birlikte gündüzleri uyuyan,geceleri uyutmayan bir hal aldı, apartman kapısına en yakın oda benim ki olduğundan,başıma gelip gece 3 te "miiiayyooow,miyaaaaw,miyaaww dedim ulen kaaeelllk!" şeklinde uyandırana kadar miyavlama, ardından yetmezse sokak kapısını tırmalama gibi hareketlerde bulunmaya başladı.Bir iki kez kapıya koydum,tabi hemen içeri kaçtı.. Bir gece 3 te yine aynı numarayı yapınca artık gecenin körü kalkmaktan fenalık geldiğinden "dur şunu iyice korkutayım da,bir daha böyle yapmasın" düşüncesiyle apartman kapısını açtım,bunu dışarı çıkardım,kapıyı da kapadım, 1 dk karanlıkta sokakta kalsın,aklı başına gelir dedim, kapıyı açtım, mırmır yok.. Alt kata inmiş.. Sabah 3-4 arası, aşağı indim,ben onu yakalamaya çalıştıkça o yarım kat  merdiven çıkıyor,pat kendini aşağı bırakıyor.. Gece sessizliğinde olana bak, konuşmadığımız ve konuşmaktan itinayla uzaklaştığım alt komşumun kapısına 4 patiyle kendini çiviledi mi.. "adam çıksa ne diyeceğimi mi düşüneyim,başka komşu gürültüye çıksa verecek cevabım yok, onu mu düşüneyim,oldu biri kapıyı açsa bu korkuyla içeri kaçacak onu mu ne yapayım diye düşüneyim" derken, 3-4 kez daha merdivenlerden atladı,sonunda yukarı eve çıktı,soluk soluğa karşılıklı oturduk.. Amacıma ulaştım,bir daha mırmırlanmadı;ama ben de ehlileştim istese de zaten bir daha kapıya çıkarmazdım.. 

Gül gül,gülmek serbest.. 

J.


7 Temmuz 2010 Çarşamba

1. yaş,yeni bir blog ve Botero!

Yaz güzel gidiyor değil mi okuyucularım..
Çoğu kişinin suratını büküp oturduğu o yağmurlu zamanlarda ben "oh" çektim; seviyorum yaz yağmurlarını ne yapayım..
Bir seneyi geride bıraktık biliyor musunuz?Bu blog açılalı 1 sene oldu.
Bir sene önce ne düşünüp açtıysam aynı düşünceler çerçevesinde ilerlemiş blogum, eski yazılarıma dönüp bakınca  "kendini bozmuşun Juve" demiyorum..
İlk açtığımdan beri bakıyorum üye sayısına ;bir artış,bir eksik kimler var kimler yok,gelenlerin blogları, kim okuyor ,okuyan ne yazıyor, beni okuyan başka kimleri okuyor baka baka,birbirimizi tanıya tanıya güzel bir tanışıklık oldu..

Bu arada bugün öğrendim, bence yazmakta çok geç kalmış , yazılarını merakla beklediğim Habo'da blog camiasına katıldı.Farkındalıklarını,farkında olmadıklarımızı ya da beraber farkettiklerimizi göreceğiz beraber onunla yola çıktığı bu yolda. Hoşgeldin!

Bu aralar neler mi yapıyorum,açıldığı ilk günden beri gitmek istediğim Botero sergisine gidebildim sonunda.
Hani şu herkesin "şişman insanlar çiziyor" ya dediği ressam..
Kendisinin de ifadesiyle şişman insanları çizmiyor,sadece renkleri daha fazla kullanabilmek için boyutları büyütüyor.
Kendine has bir tarzı var,renklerin en sıcağını gördüm, hele kumaş dükkanı vardı ki, gidip kumaşlara dokunasım geldi..
Bir de sirkleri konu ettiği bölümde sirklerin "zamansızlığını" anlattığı cümleleri ve bu cümlelerin altındaki resimlerine bayıldım..


en çok da botero'nun mona lisa'sını görmek için gitmiştim;
ama maalesef o yoktu sergide.



Ayağımıza kadar gelmişken gidip görmemek olmazdı;ama bana çok hitap etmedi çalışmaları.
Ben biraz daha oryantalist çalışmaları seviyorum sanırım -oryantalisti de koydum,havalı oldu yazım-
Bundan önce gelen oryantalist akımlardan etkilenen karma sergiyi gezmemiz 2-3 saat almıştı sanırım;çünkü her bir resmin önünden ayrılmak çok zor gelmişti..

Botero için son 10 gün,pera'da sergi, pazartesileri kapalı sergi salonu, indirimli:3 tam:7 lira
Gidip görmek gerek duygusundaysanız acele etmekte fayda var.

görüşürüz.

J.
Related Posts with Thumbnails