30 Kasım 2009 Pazartesi

Kapattık arkadaşım..


kısa olmasını ümit ettiğim;
ama ne kadar olacağını kestiremediğim bir süre
yaz(a)mayacağım..
 görüşmek üzere..
J.

27 Kasım 2009 Cuma

Kurbaneeey kurbaaney..


Açıkça söyliyeyim,
bu bayramı sevmiyorum,
yüreğim dayanmıyor,
her şeyin bir usulü olmalı,
bu hayvanları kesmenin de..
Her yer kan gölü olacak..
Kaçan kurbanlıklara aynı yukarıda verilen tepkiyi veriyorum;
"koş aslanım koş,kaç leenn!"

Bunların dışında bayramınız kutlu olsun:)


Sevgiler..
J.

25 Kasım 2009 Çarşamba

"Something New"


Bu aralar bağışıklığım düşük sanırım,
kansızlık yine baş göstermiş olabilir,
dün eve geldim,biraz mide bulantısı ve baş dönmesi eşliğinde yatağıma bıraktım kendimi..
Akşam da erkenden yatacaktım, desperatehousewives'ın hemen arkasından..
Derken bir film başladı cnbc-e'de..
"Something New"" filmin adı..
Dur bakayım,bakarken  uyurum diye uyku modunu kurdum 45dk'ya ..
Eneem ne mümkün uyumak,
Ailesi oldukça seçkin olan siyahi güzel (kendisini Nip/tuck dizisini seyredenler hatırlayacaklardır)
yeni aldığı evinde,tek başına,hırslı iş yaşamıyla dışarıya kendini kapatmış bir durumda yaşamaktadır..
Bir gün bir beyazla" blind date" diye tabir edilen,
bizde görücü usulü gibi olan bir buluşma ayarlar arkadaşları..
o kadar sinirlenir ki bir beyazla buluştuğuna ,
o kadar rahatsız olur ki, hemen oradan sıvışır işim var bahanesiyle....
Sonra bir arkadaşının partisindeki peyzaj düzenlemesine bayılır
ve bu düzenlemeyi yapanla tanışmak ister ..
Bilin bakalım kimdir bu muhteşem peyzaj mimarı?
Evet!tahmininiz doğru, görücü usulü buluştuğu
"beyaz"..
Ama beyaz adam inatçı çıkar,yine görmezden gelmesine rağmen siyahi hatun,
alır goldisini gider bahçesini düzenlemeye ..
Ne köpeklerden hoşlanıyordur kadın,
ne pat diye evine gelinmesinden,
ne de plansız programsız işlerden ..
***

Siyahların üzerinde olan baskıyı,
siyah-beyaz ilişkilerini,
ister siyah ister beyaz olsun
bir ilişkideki çevre baskısını çok güzel anlatıyordu film..
Filmden çok güzel bir kelam benden size;
"at the end of the day it's not about skin color or race. it's about the love connection: the vibe between a man and a woman.


Imdb:6,6 benden kendisine 7,5:)
iyi seyirler..

J.

23 Kasım 2009 Pazartesi

Cahilim¿

Az önce babam bir ülkenin başkentini sordu.. Ben de kendisine cevaben "bilmiyorum" dedim.. Babam da "bunlar da okul bitiriyorlar güüüyahuuu..bidi bidi" dedi..
Kendimi coğrafya konusunda esra-ceyda kardeşler kadar olmasa da cahil nitelendiriyorum..


 Ezberleyip geçtim, gittiğim ve gitmek istediğim yerler dışında bilgim çok azdır;ama gitmişsem ya da araştırmışsam -gitsek-görsek başlıklarında göreceğiniz üzere- gayet de güzel anlatırım,bilirim..

Esra-Ceyda kardeşleri tanımayanlar için bir örnekle kendilerini anlatayım, kendilerine sorulan "sperm bankasından hamile kalıp,çocuk dünyaya getirmekle ilgili neler düşünüyorsunuz" sorusuna,kendileri "penis bankasından hamile kalmak bilmiyorum..biri vardı penis bankasından hamile kalmıştiiiüüüü..." diye cevap veren tipler.. Ordas kıyas buyurun.. :) 



Bilmediğini,"bilmiyorum"diye yanıtlamak da büyük bir erdem bence.. Bir de uyduruk bilgilerle yanlış yönlendirenler var.. 
Tarih hususunda da bir adım geri dururum hep;çünkü öyle bana tarihi zevkle dinlettirecek bir hocam olmadı hiç, 
hep ezber  ve sonradan aklım başıma geldikçe edindiğim bilgiler.. 
Annem tarih konusunda,babam coğrafya konusunda beni ezer geçerler ..Bunu çok rahatlıkla söyleyebilirim.. 
Genel kültür,bilmen gerekiyor diyorlar.. 
Bilemiyorum,gitmediğim ya da ilgilenmediğim bir yeri.. Ben de isterim sorulduğunda "şıp" diye cevap vereyim;ama olmuyor:( 
He sanmayın ki böyle bilmiyorum diyorum,ooh rahatım,başucumda koca dünya atlası var,sıksık açar bakarım, ne nerede ,not tutarım,şuraları araştırayım diye.. Bilmediğim birşey olduğu zaman çıldırıyorum zaten,hemen açar bakarım.. Ama bu- yüzlerce omurgalının,omurgasızın,bitkinin  latince adlarını ezberleyen bünye bu konuda takıntılı olarak sınıfta kalıyor.. 

Sizin zayıf halkanız nedir? 
dökül,dökül..Söz aramızda kalcak:)

J.

dipnot

               bu aralar bunu dinlemeyi çok seviyorum..

*2009'a ve bu aralar kendi hayatıma gözatma safhasındayım..
  Bir yılın değerlendirmesini yapıyorum şirketlerin yaptığı gibi.. :)

Fark ettim ki, zamanımı boşa harcamam var çok fazla.. Beynimi kirlettiğim çok şey var fazlaca..
Değiştiremeceyeceğim şeyleri çok fazla kafama takıyorum,lüzumsuz bilgileri,lüzumsuz insanları okuyorum,seyrediyorum,dinliyorum..
Bilgisayar başında,internet başında çok fazla zaman harcıyorum..
Kitaplarım var , sırada beklemekten toz tutuyorlar, hani bir insana bir şeyi söz verirsiniz, yapmazsanız -bu tabi sorumluluk sahibi insanlarda oluyor - kafanızı kaldırıp selam verecek yüzünüz olmaz, o kitapların suratına bakamıyorum.. Öyle bir utanç duygusu içindeyim..
Filmlerim var seyredilecek, öyle duruyorlar..
Araştırmam gereken mesleki şeyler var, hiç sayfa açasım yok..
böyle daha neler neler..
Böyle bir "amaaaan" duygusu var.. Bu amaaan duygusunu yaratmaya çalıştım kendimde aslında 3-4 ay boyunca ve okulda çok işime yarıyor,okul stresimi oldukça azalttı;ama giderek hayatımın her yerine sıçrıyor bu duygu..
Hayır öyle ki herkes evlilik hazırlıkları nasıl diyorlar "amaaan hallolur,nolcak , büyütmeye gerek yok" diyorum..

Durup düşünüyorum; "aman, aman" bir yere kadar..
Daha az bilgisayarda vakit harcama,kaliteli blogları takip etme, mutlaka haftanın 4 günü yürüyüş yapmaya geri dönme, haftanın 2 günü mutlaka fotoğraf çekmek için yollara düşme, 3 gün mutlaka akşam film seyretme, daha az haberleri seyretme,daha çok goldi sevme:)




kısaca zamanı daha çok doldurmayı istiyorum;ama doldurduğum şeylerin beni sinirlendirmek yerine, bana huzur vermesini istiyorum..
Burda bir iki yazı önce belirttiğim gibi "insan sıfatlı reytingi bol" kişilere ve onların şakşakçılarının yaşam tarzına kafamı yormaktansa ve onları değiştirmeye çalışmaktansa,
kendim gibilerin yanında -evet biraz bencillik,"kendim için"- daha keyifli,mutlu,huzurlu,kaliteli zaman geçirmeyi çoğaltmaya çabalamak istiyorum...

Sevgiler..
Karakartal JuVeSi:)

20 Kasım 2009 Cuma

Hayal et!..

Huysuz yazılara bir süre ara vermeyi düşünüyorum:) Çok sık yazamıyorum,dizüstü bilgisayar arızalı olduğu için, bilgisayarı 3 kişi paylaşıyoruz,kavga çıkıyor..

Bugün size gerçekleşme ihtimali olan ya da olmayan;ama hayali bile iç huzurunu arttıran şeylerden bahsedeceğim..

*Karavanla gönlümce gezmek.. 

Karavanla gönlümün istediği yere,gönlümün istediği kadar kalacağım şekilde
bir gezi..
Uyduruk bir karavanla değil,
en az 2 an fazla 5 kişiyle,
2 hafta kadar kiralasak,
gezsek dursak..
Bence çok da zevkli olur..
Bu bana hayali zevkli geliyor..

*İlerde sahip olmak istediğim evin hayali.. 

bu benim sık sık yaptığım,
şu ev alım-satım sitelerine girip
             limitini yükseklere çıkarıp ,
bazen yalılara bakıp hayallendiğim kısım.. 
Yalının tamamını istemiyorum,
denize bakan bir çatı katı 
da 
yeter.. 
aslında istediğim tam anlamıyla yukarıdaki gibi 
"the holiday"      filminde  
o karlar içindeki küçük ingiliz evi.
üstte bulunan resme benziyor biraz;

bir de şu üstte bulunan resim gibi balkonu olsa ..
      Bir evi ev yapan, 
huzur,
size aitlik duygusu ve mutlu olmanız..
küçük bir klübede de mutlu olabiliriz..
orayı "yuva" yapmak önemli olan..
*Çingene pembesi üstü açık vosvos.. 



tam bu vosvos karşı apartmanda oturan
doktor komşumuzda var..
kendisi bir vosvos hastası anladığım kadarıyla;
çünkü yeni beetle'ı da var..
Erkek bu dediğim..
Satar belki diye bakınıyorum..
yok..
Yazın bu çingene pembesi,süslü olan
bana
"al beni,al beni" diyen arabayı,
kışın
siyah new beetle'ını kullanıyor..
Başka da görmedim bu çingene pembesinden,
aaa dedim bir kaç kez farklı yerlerde,
baktım gene bizim doktor..

*Goldili bahçe.. 

ev aldım ya az önce,
bahçeli filan..
Bahçeyi tek "goldilerim" için istiyorum..
Evde köpek baktık,
çok zor..
Daha mutlu olsun diye
2 sene sonra çiftliği olan ,
iyi bakılacağı birine vermiştik;
ama ağlaya ağlaya içim çıkmıştı..
Köpek baktıysanız,
sevgisinin çok farklı olduğunu bilirsiniz..
Kedileri de çok seviyorum,
kedi de baktım 3 tane..
Kediler oda arkadşı,ev arkadaşı gibi
sizin nasıl bir kişiliğiniz varsa
onun da var..
Tripli mahlukatlar..
Neye kızdığını bile anlamadan,
kitaplıktan kitaplarınızın tek tek yere düşüşünü seyredersiniz..
Bak hayallerime kedi açıklaması da sığdırdım:)
Bir bahçe istiyorum,
içinde goldilerim olsun..
bi de rotwailler..
bi de biguş..


Başka hayallerim de var..
Şimdilik bu kadar..
Sizin hayallerinizi de takipçilerin ayak izinde görmek istiyorum..
J.

18 Kasım 2009 Çarşamba

Rating kaygısı..

Dün friend feed'de yazılara bakınıyordum, bu friend feed olayı hbba'nın bir yazısında okuduğum anlamıyla benim içinde tam anlamıyla "micro blogging".. Bloga uzun bir düz yazı yazıyoruz genelde;ama bazen bir-iki cümleyle bir şeyler söyleip,tepkileri görmek istiyorsunuz.. Açıkçası friend feed'in aktif yazarı değilim,daha çok yorumcusuyum..
Şundan bahsedeceğim, öyle bir şey olmuş ki bunu bloglarda da çok görüyorum,binlerce okuyucusu olanlar var, yazdıklarına bakıyorum 10 yazısından 1 tanesi bana bir şey veriyor,gerisi benim ancak yakın arkadaşlarım arasında anlatıp espri yapabileceğim şeyler.. Hiç ahlak,gizlilik,vs yok.. Ahlaktan maksat olarak  da şimdi bu yazıyı okusalar,beni tutuculukla suçlarlar kesin..
Öyle bir duruma gelmişiz ki, kötüyü alkışlar,yerlere göklere sığdıramaz duruma gelmişiz..
Birisi yazıyor," dün sabah saatlerinde bankamatikten para çekiyordum,kağıdını yere attım, bir kız arkamdan kağıdımı düşürdüğümü söyledi ,ben de teşekkür edip kağıdı almadan devam ettim.. Sonra kız arkamdan,edepsiz,terbiyesiz,ahlaksız,..vs. bağırdı,ben de dönüp cebimde geri kalan atm kağıtlarını yırtıp yırtıp önüne attım, nefret ediyorum ahlak bekçilerinden".. Ben de yorum yazdım "az yapmışsın,büyük tuvaletini de  yapsaydın.." Hayır o kadar yorum almış ki, onu destekleyen.. Yere çöp atıyorsun,bunun için biri seni uyarıyor ve sen üstüne daha büyük terbiyesizlik yapıyorsun,bunun sonucunda alkışlanıyorsun..
Bu insanların yetiştirdiği çocuklarla yaşayacak çocuklarımız ve bu insanlarla aynı havayı soluyoruz;ama cem yılmaz'ın dediği gibi içerde oksijene noluyorsa sonucunda böyle oluyor..
Aynı şey bloglarda da var,benim blog listemde izleyici attığı zaman sadece benim gibi düşünen ya da yazdıklarımı takip etmekten hoşlanan insanlar olarak görüyorum.. Bilgilerinden varsa hemen gidip bloglarına bakıyorum,neer yazıyorlar,nelerden bahsediyorlar, bilmediğim bir şeyler var mı bana öğretecekleri ya da bana bu hayatta yeni bir pencere açacak diye..
1400 izleyicisi olan, boş boş konuşan insanlar var.. Okuyorum gülecek bir şey yok,bana verdiği bir şey yok.. Ben de mi problem var onu bilemiyorum..
Her zaman aynı şeylerden bahsetmiyorum,ölüm hakkında da yazı yazmışlığımvar,hayatta sevip sevmediğim şeylerden de,başıma gelen olayları da anlatıyorum, beğendiğim film,oyun , kitapları da..
Neyse bir kaç şey daha yazdım,aslında sildim sonra.. Bana yakışmayacaktı..
Neden bu duruma geldik gerçekten anlamıyorum...


Not: yazıyı yayınlayıp 3. okuyuşumda sanki neden az kişi beni takip ediyor gibi bir şey anlaşılcak hissiyatına kapıldım,aslında ben şöle yazıyorum ben şöle yazıyorum diye anlattıktan sonra başka şeyler yazacaktım, sonra vazgeçtim.. O yüzden öyle kabak gibi kalmış, her zaman aynı şeylerden bahsetmiyorum dedikten sonra,bahsettiğim şeylerin çeşitliliğinden ,dişe dokunurluğundan bahsedecektim..
Bu bir arz-talep meselesi, bunu normalde kanalların izlenişinden de anlayabiliyoruz aslında çok düşünmemek lazım, blog yazıp okuyabilen insanları biraz daha kaliteli diye düşünüyorum;ama insanlar başka insanların sevişme hayatını dedikodu şeklinde okumayı seviyor,bir erkek gibi konuşan kızların yazdığı yazılar ilgi çekiyor.. Ben de küfür ediyorum;ama bunu bir tarz bellemiyorum.. Anlamıyorum dediğim nokta küfür eden,belden aşağı konuşan,yere çöpatan, hatta uyarılan kişilerin çok ilgi görmesi..
İlgi çekmek için mi böyle bir tarz tutturmuşlar yoksa böyleydiler ve ilgi mi çekiyorlar anlamıyorum..
Neyse...

Görüşürüs:)

J.

J.

15 Kasım 2009 Pazar

"Up!"




Küçükken sizin de "maceracılık"    oynamışlığınız var mı bilmiyorum,
bizim bir iki arkadaşımla birlikte sahip olduğumuz define haritaları vardı,
sadece biz bilebilirdik ,
gizli şeyleri biz çözebilirdik,
arada toplantı yapıyorduk,
sokağın altındaki terk edilmiş ahşap evde
bizi engellemek isteyen dünya dışı güçler olabilirdi,
daha kötüsü haritamız çalınabilir,
define kötü insanların eline geçebilirdi:)
***
Bu kadar olayı neremizden uydurduğumuzu bilemiyorum;
ama hala aklımda..
Çok eğlendiğimizi ve çok da inandığımızı da hatırlıyorum bu olaylara..
Şimdi ki çocukların çoğu site hayatında büyüdüğü için,
hayal kurup,uyduracakları bir sokak hayatı da yok maalesef,
inşallah onlar da kendilerine hayal dünyalarını geliştirebilmek için
"bilgisayar" dışında başka bir yol bulabilirler..
***
Size taze seyrettiğim bir filmi anlatmak için bu ön yazıyı yazdım..
Film bir "çizgi-film"..
Ben çizgi-filmleri seyretmeye bayılırım;
fakat bu tüm büyüklerin de seyretmesi gereken bir film bence..
Son zamanlarda seyrettiğim en başarılı filmlerden biri..
2 çocuğun keşfetme,kaşif olma duygusu
ve yukarıda bahsettiğim gibi hevesle kendilerini buna inandırmalarıyla başlıyor her şey..
Sonra bu 2 çocuk büyüyor,evleniyor,
çocuk sahibi olamıyor..
Çocuk sahibi olamayınca,
küçüklükten beri keşfedip yerleşmek istedikleri
"cennet şelalerine" yerleşmeye karar verirler;
ama maalesef bunu beceremeden yaşlanırlar
ve
yaşlı bayan bu dünyadan göç eder..
Yalnız kalan eşi,
evini terk etmek istemez,
onu evinden alıkoymak için yaşlılar evinden geldiklerinde
onlara bir sürprizi vardır..
Evini balonlarla havalandırır
ve
hep yerleşmek istedikleri "cennet şelalesine" yol alır..
küçük bir problem vardır,
-beklenmedik bir misafiri de kendisiyle birlikte yolculuk etmektedir.. -
***


"Up",
evliliğe,
yaşama,
çocukluğumuza,
ertelediklerimize
dair bir film..
Hatta hayalimizde büyütüp,
hayallerimizle karşılaştığımızda ona anlam yüklediğimiz şeyin farklılığına,
hayalkırıklıklarına kadar derine inebilen
çook güzel bir film..

JuVe'nin "sakın kaçırmayın!" tavsiyesi..    

Filmle ilgili şöyle tanıtıcı bir video seyretmiştim,
arkasına teoman'ın şarkısını koymuşlardı..Çok da uymuştu..
Bunu seyrederseniz,
filmle ilgili anlattığım kısmı gözlerinizle görebilirsiniz..
Sevgiler..
J.
            

14 Kasım 2009 Cumartesi

Bir oyun,bir film...

Uzun zamandır film,oyun tanıtımı yapamadım.. Yazacak bir sürü şeyim oluyor da , hangilerini ne sırayla yazacağımı bilemiyorum, bir yazasım geliyor 3-5 tane ardı ardına yazmam geliyor,öyle bir gelmek, sonra bir yoğunluk bastırıyor,hiç bir şey yazamıyorum..

İlk olarak,uzun zamandır beklediğim bir oyundan bahsedeyim.Aslında ondan da önce , oyunlara ilgimden bahsedeyim.. Ara,tara,bul,çöz oyunlarını çok seviyorum açıkçası.. Tomb Raider tarzı oyunlara bayılıyorum, geçen seferlerde yazımda bahsetmiş miydim hatırlamıyorum, gerçek görüntülerle çekilmiş, perili bir evde geçen ,3 türlü bitirme şekli olan 7cd li phanstasmagoria diye bir oyun vardı,liseye yeni başlamıştım, korkudan oyunun sonunu getirememiştim,bulursam o oyunu bitirebilmek içimde ukde olarak kalmıştır hep,oynayacağım.. Sonra csi oyunlarını  oynarım, commandos en sevdiğim oyundur.. Tamamen taktikle alakalıdır.. Bir de taktik vermeyi, yardımcı oyuncu olarak oynamayı sevdiğim oyunlar var,bunların en başında "call of duty" geliyor, neden oynamıyorsun,yanda oturuyorsun dersen, gerilime gelemiyorum:)
Şunu belirtmeliyim, "call of duty:modern warfare" ve yeni çıkan oyun "modern war fare 2" sadece birer oyun değiller, ben bunlara artık sadece oyun diyemem;çünkü burda sanat var,çizimlere baktıkça, ayrıntıları gördükçe, "oha yahu" diyorum..
Bir de şunları söyliyeyim, tabii ki savaş karşıtıyım,beğendiğim sadece oyun!
 Söz açılmışken, evvelsi gün televizyonda ağlaya ağlaya oyun oynayan ve onu kameraya alan bir anneye şahit oldum, bekledim çocuk ne oynuyor diye , "super mario" oynuyordu yavrucak;fakat öyle hırs yapmıştı ki, psikiyatrın söylediğine göre o sırada çocuk "sinir krizi geçiriyordu ve dışarıya kendini kapatmıştı."
Biz de pacman filan oynuyorduk;ama her şey denetimdeydi, ben böyle ağlasam ,annem bir tekme atar oyunu pencereden dışarı gönderirdi.. Daha da ilginç bir kısmı vardı, level'ı geçemeyen çocuğa annesi "besmele çek,bir de öyle dene" diyordu.. pardon? -yorumsuz-

Her neyse efendim, abim ve ben uzun zamandır,mwf2yi bekliyorduk,dün kavuştuk..
Ben bile yan koltuktan , klavyenin başına transfer oldum.. Grafikler muhteşem,oynanabilirlik süper..

                    eğer siz de bizim gibi uzun zamandır bu oyunu bekliyorduysanız,
henüz başında olmama rağmen diyebilirim ki
oyun beklentileri karşılıyor efenim..
Oyun sevmeyenler!! Evet evet siz,
pırt diye kapamayın hem daha anlatacaklarım var,
hem de şu yukarıda gördüğünüz resme bir tıklayın da ayrıntılara bakın gözüm..


                     merak edenler için ufak bir video.

Eveeet.. Geldik filmimize.. Geçenlerde hastaydım ya, sırada bekleyen filmlerden şöyle kafa yormayanlardan bir tane seyredeyim dedim, "The Ugly Truth" u seçtim aralarından.. 
Filmimizin başrol erkek oyuncusu Ps: I love u filmini seyredenlerin hemen hatırlayacağı kişi , Gerard Butler..
Hanım başrol oyuncusu ise Katherine Heigl-kendisini ben bir yerden hatırlamıyorum:)-
Filmimizin konusuna gelince, Prime Time'da bir programın yapımcısı olan Abby (Katherine Heigl)  her gün reyting savaşı vermektedir,başarısını her gün kanıtlamaya çalışan, işinden başka bir yaşantısı ol(a)mayan başarılı,güzel,evinde kedisiyle oturan genç bir kadındır.. Mike (Gerard Butler) ise kadın-erkek ilişkileri üzerine ahkam kesen bir program yapmaktadır,Katherine bir gün adını vermeden Mike'ın programına bağlanır, kendisinden hiç haz etmemektedir;fakat bir de ne görsün! Ertesi gün düşen reytinglerine çare olarak patronu programa Mike'ı dahil etmiştir.. Mike ve Abby iddaya girerler, umutsuz aşk hayatını Mike'ın tavsiyeleri ile renklendirebilirse, Abby de Mike'a programında yer vermeye devam edecektir..


Imdb notu 6.2 bu filmin..
Açıkçası film sana ne verdi derseniz,
"hiç bir şey" derim;
ama güldüm hatta bir kaç yerinde baya baya güldüm,
şöyle derim,
zamanınız varsa,filmde elinizin altındaysa izlemeye değer..
benden kendisine 5.5:)
İyi seyirler,iyi oyunlar..

JuVe Notu: Yazımı okuyan genç arkadaşlarım, benim sınavlarım yeni bitti, kendimi yayarak oyun oynayabilirim;ama dersleriniz dururken oyun oynamak akıl karı değil,önce ders,sonra oyun..  hadi bakim..
                                                                          J.


12 Kasım 2009 Perşembe

Nilo Beni "Mim" ledi..

Mimlendim ki ben:) Nilo'm mimlemiş beni...
Hemencecik cevap yazmak istiyorum:) Hoşuma gitti mim konusu..


* Bloğuna neden bu ismi verdin?  
 15-16 yaşından beri adli tıp laborantı olmak istiyordum, işte hayallerle gerçekler eğitimini alsanız da sizi oraya götürmüyor, olayları çözmeyi,nedenini bilmeyi seviyorum.. Crime Scene -olay yeri- dizilerini severim bir de.. Ben de olay yerinin "juvenil" bakış açısını göstermek istedim bu blogta.. JuVeNiL de 12 senedir filan kullandığım takma isim, blogta da görebileceğiniz manasıya latincedir kendisi ve "gençlik" demektir.. Böyle olunca blogumun da ismi crimescenejuvenilasation  oldu:)


Blog yazarken star tribiyle davrandığın, istediğin olmazsa olmaz şeyler var mı?
   Hiç öyle triplerim yok,sadece yazarken yalnız olmayı tercih ederim o kadar.. 


En son satın aldığın garip şey?


Komik yara bantları.. :) Salak bir kampanyadan yararlanmak ,için belli bir limiti doldurmam gerekiyordu,kasanın kenarında duran komik yara bantları olayı çözüyordu.. 


Şeker gibi olduğun anlar?


Bir kediyi,bir köpeği -özellikle goldenlar- sevdiğim anlar.. :) 


Arkadaşım artık sormayın şunları dediğin şeyler?
"okul ne zaman bitiyor?", " evlilik ne zaman" ooyyy yeter yaaa:D


Aynaya bakınca gördüğün?


Bazen EvJuVeSi, bazen İnek JuVe,bazen Sevgili JuVesi, bazen Temizlikçi JuVe:) ;ama genelde mutluJuVe.. 


Kendini okutan bir blog dediğin?


Hiç atlamadan okuduğum blogları sıralayayım.. Nilo,Çilli,HBBA,Salıkcakta iki kişi,defnedenöncedefnedensonra,geveze baykuş, uyuz cadı,pammuk, eveett bunları seçebildim:)


Bu blog sahibiyle karşılaşabileceğin yerler?


acıbadem, eminönü-laleli tramvayı:), üsküdar eminönü vapuru, bahariye,moda, kuzguncuk,koşuyolu parkı,capitol ve moda havuzum orda ki petshopların önü.. 


Mimler paslansın... Bu yazıyaaa pammuk,ilug@,cadı-artık ne zaman okursa- cevap versinler bakalııım.... 


J.











Sinir küpü JuVe



Dün son vizelerim vardı, farkındasınızdır son 2 haftadır çok bir şey yazamadım zaten.. Nefret ederek gidip geldiğim okulun çok işe yarar güzide derslerinin sınavlarını vermek için çabalıyorum..
Şimdi şöyle ki, bazı insanlar -ki bu bizim ülkemizde akademisyenlerin maalesef bir çoğunda-  ezilerek,ister istemez üstlerine yalakalık yaparak bir yere geliyorlar, çalışmanız,düşünceleriniz çok önemli olmuyor,önemli çalışmalar yapanlar zaten bir şekilde iyi yerlere geliyor ve genelde yurt dışına gidiyorlar.Ne yazık ki burada kalanlar,bir şeyler yapanlar ya da yaptığını zannedenler,bu ezikliklerini ,aynı onlara yapıldığı gibi bağırıp çağırabilecekleri alt kademede olanlardan ve öğrencilerden çıkartıyorlar..
Ne mi oldu .. Şöyle oldu, dün 2 sınavımız vardı,son sınavlarımız olduğu için herkeste gerginlik had safhadaydı, bu sınavlardan biri -öğretmen olabilmek için ekstra aldığımız ,kendi bölüm derslerimizin yanında hobi sayılabilecek,çıtır çerez ders- tee 17.30 daydı.. Saatler 17.10 u gösterdiğinde indik aşağıya koridora,böylelikle sınava nerde girebileceğimizi öğrenelim,gidelim yerleşelim diye.. Baktık 2 üst katta bir sınıfa yerleştirilmişiz.. Bir koca sınıf insan oturuyoruz,saat 17.30 olmasına rağmen kimse gelip gitmedi,17.35 oldu gelen giden yok, 17.40 olunca bizde bi "nooluyo len ,gece unuttular mı bizi burda" diye bir düşünce aldı,aşağıya inip baktık,ne görelim yerini değiştirmişler sınavın..
Paldır küldür aşağı indik.. Sınıfa da alınmıyoruz,sonra içeri girdik..Sınıf dediğim laboratuvarda sınava gireceğim;fakat gel gör ki yer yok! Bildiğin yer yok.. Laboratuvar masalarında karşılıklı oturmak yasaktır; fakat yer olmayınca karşılıklı oturduk "oraya oturuuulluur muaaaaaa!! saçmalamayıııaaan" diye bağıran bir hoocayla karşılaştık, ki girdiğimizden beri sessiz olun burda sınav var deniliyor, sanki biz dans etmeye geldik,aynı sınava girmeyeceğiz, 40 soru 45 dk olan sınavdan zaten 10 dakika gitmişken,hala yerleşememişken,bizi daha aralıklı oturabileceğimiz lab.masalarından, 3 cm aralıklarla güvercinlerin telefon direğine dizilmesi gibi ,pencere önüne dizerken,"yer yok,o yüzden oturduk,zaten geç kaldık" derken "baksaydınızz aşağıyaaa"diye cevap alırken,"çünkü koca bir sınıf insana vahiy indi yukarda salak gibi bekliyoruz"diye cevap verememenin sıkıntısı da ekleniyor .. "bakıcaktınızzz,konuşmaayyın" hayır öyle bir bağırılıyoruz ki, suçluymuşuz,her an kopya çekmeye meyilliyiz gibi.. Yakın bir arkadaşımla oturuyoruz,hala bağırması devam eden hocaya "artık biraz sessiz olur musunuz hocam, zaten geç kaldık,okumaya çalışıyoruz " demesi üzerine, kavga etmek için 10 dakika tepesinde dikildi;ama arkadaşım farketmedi.. Bitti mi sanıyorsunuz? bitmedi..
Çıkarken, 3-5 kişi kalmışken ve biz de bir şey söylemiyorken, önümdeki arkadaşlardan birine " sana 50 kere söylemedim miiia ben çakma sarışııııın,konuşma diye kaç kere uyarcaaam seni" diye bağıran insanlar.Evet ..
bunlar üniversitede öğretim görevlisi, bizim  sınavına girdiğimiz ders ne kadar ironiktir ki "eğitim bilimlerine giriş"ti ve eğitim felsefeleriyle filan alakalıydı..

Öyle aklınız çalışıyor ki, o kadar üstün insanlarsınız ki, 5 öğretmen öss'ye giriyormuşuz ki gibi bir derslikte gözetmenlik yaparken yukarıda ki 1 sınıf sınav olacak insana "çocuklar sınav aşağıya alındı" demek için yukarı çıkmayı düşenemiyorsunuz..
Ve nerde eğitim verdiğinizin farkında değilsiniz, üniversiteye gelmiş,koca koca insanlara kedime,köpeğime bağırmayacağım gibi bağırmayı marifet sanıyorsunuz..
Bu cinsler ne yazık ki her yerde var ve yapabilecek pek bir şey yok, olan sadece o an cevabını veremediğiniz için içinize oturan bir taş..

J.

Resim kaynak

10 Kasım 2009 Salı

İzindeyiz..


saat 09:05.. Her 10 Kasım'da olduğu gibi ayaktaydım, gözlerim dolu, balkona çıktım, sirenleri iyice duyabilmek,bayrakları görebilmek için..
Hiç özlemediğimiz kadar özlüyoruz seni son 7 yıldır.. İstediklerinden çok uzakta bir ülke var ve asıl bu yüzden öldüğünü hissediyoruz,
istediklerini yapabilseydik, boynumuz aşağıda olmazdı..
ne olursa olsun ... İZİNDEYİZ...

7 Kasım 2009 Cumartesi

İz Bırakanlar unutulmaz....

Ha bu çilli beni mimlemişti geçenlerde;ama gerek derslerim gerek hasta olmamdan ötürü kendisine cevap verememiştim..
Aslında bu mim olayı bazen keyifli bazen zorlama geliyor;fakat bu konu çok hoşuma gitti..
Mim konusu şu, hayatımızda iz bırakan kokular..

Size olur mu bilmem;ama bana çok olur, çok çoook uzun zamanlar önce tanıdığım bir koku beni o ana, o yaşadığım zamana götürür, kendi çapında bir zaman tüneli oluşturur beynim böylelikle..

İşte bana bu güzellikleri yaşatabilen kokular:)

*deniz kokusu.....

huzurun,tatilin,yaşamın
güzel kokusudur bana göre....

*Temiz ev ve temiz çarşaf kokusu..

      
Çilli de demiş ya her evin kendisine "has" bir kokusu var diye..
Tüm tanıdıklarımın evlerinin kokusu ayırt ederim..
İçlerinde çoğu huzur vericidir,
bazıları antik kokar,
bazısı temizlik,
bazısı da maalesef havasız..
İnsanın kendi evinn kokusu gibi yok derler ya..
Hakkaten öyle,
özellikle annemin içerde sigara içmediği zamanlarda..

*otoklav kokusu...



Ha bu gördüğünüz şey otoklav,
laboratuvarlarda lab.eşyalarının ve hazırlanan besiyerlerlerinin,solüsyonların,
kullanılmış malzemelerin sterilizasyonunda kullanılır..
Nasıl kokar bililiyor musunuz?
Hiç koklamak istemezsiniz..
İğrenç...

*Köpek kokusu..



Köpüşleri ne kadar sevdiğimi biliyorsunuzdur;
onların bir kokusu var,
çoğu kimse sevmez;
ama o kendilerine has kokusu
bana huzur veriyor..
Bir de yeni doğmuşken şüüt kokuuyoolayy şüüütt:)
Sonra,  mama :D

*Yanmış kibrit kokusu ve mum kokusu....


Sigarayı hiç sevmem,
hayatımda hiç denemedim,
denemeyi de düşünmüyorum;
ama
yanmış kibrit kokusuna bayılıyorum..
Bu sanıyorum çocukluğumda
yakılan sobaları hatırlattığı için
bana mutluluk veren bir koku..


Bir de mum kokusu var,
şu kanserojen;
ama
çok güzel kokan,
şu dondurma gibi
çilekli,armutlu,vanilyalı
çeşitleri bulunanlar değil..
Bildiğiniz basit,
elektrik kesildi mi yaktığımız uzun beyaz mumların kokusu..
Seviyorum nedense..

 *Noa' nın kokusu...
                                             
En yakın arkadaşım,
lisedeyken uzunca bir süre bu parfümü kullanmıştı..
Ne zaman bu parfümü duysam,
o zaman mezun olmak için can attığım -ergenlik işte-
şimdi hasretle andığım canım lise günleri gelir aklıma ..

*Ruj başta olmak üzere tüm kozmetik kokuları..


bu iz bırakan bir şey değil..
bu benim bağımlılığım:)
ne zaman bir ruj görsem,
bir allık,
bir far..
açar koklarım:)
seviyorum napim...
*En sevdiklerimin "ten" kokusu..
Annemin sigarayla karışık bir kokusu var, o kitaplarının başından kalkmış,artık yemek yapmaktan,temizlikten usanmış,bilgeliği üstünde,beyaz tüylü mavi gözlü kedi haliyle kokusu var.. Güven veren..
Abimin kokusu var, özelikle seferden geldiğinde üzerinde biraz gemi,biraz deniz,biraz yol kokusu.. Ve geçmez o koku onun üzerinden..
Babamın kokusu var.. Geçmiş yılların üzerinde bıraktığı bir koku..
Sevgilimin kokusu.. Sevginin kokusu,güvenin kokusu,kokladığımda yüzümü gülümseten koku..

İşte böyle..
Şimdi mimlemem gerekiyor.. Mim'den hoşlanmayan;ama yazınca hoşuna gideceğini bildiğim minik Deniz'in sümüklü annesi "nilo", son yazısıyla içime bıçak saplayan "geveze baykuş",taşınmaktan başını kaldırabilirse, uyuzluğu ve cadılığı üzerinde değilse "uyuz cadı"  bu mim'e cevap yazsınlar...

J.Leno:)


5 Kasım 2009 Perşembe

GDO,Domuz gribi,vs..





Bak ne zamandır yazmim yazmim diyorum, inatlaştım bunla ilgili yazmamak için;ama gene güzel ülkemde o kadar komedi bir hal aldıki bu domuz gribi olayı..
Hayır yurt dışında arkadaşlara soruyorum, nedir diyorum durum? "burda hiç gündem maddesi değil" diyorlar..
Şimdi olay şu, ben aşı olayına bebeklerde sağlanan bağışıklık dışında tamamen karşıyım zaten;çünkü bakteri dediğin sen aşısını üretene kadar kendi genetiğini değiştiriyor(grip aşısından bahsediyorum).. Daha kuvvetli hale getiriyor kendini, zaten o kadar hassassa bünyeniz , aşıyı olunca hasta oluyorsunuz.. -hep şahit olduğum olay-
Gelelim domuz gribi olaylarına, evet var bir tehlike;ama normal gripten ölenleri sayıyor muyuz acaba? Diğer Influenza'lardan geçirince de kronik ciddi hastalıkları olanlar ve immun sistemi düşük olan kişiler (çocuklar,yaşlılar)
etkileniyor yine, her kış sayıyor muyuz şu kişiler gripten öldü diye..
Peki en güzel soru.. Neden biz hemen koştura koştura sipariş verdik, yan etkileri test edilmemiş aşıları aldık..
Bir de herkes aşı olsun baskısı var..
Şimdi olan olaylara geçmeden önce şunu söylemek istiyorum, aşıyı çıkartan firmaların kendi sitelerinde bile bir çok ölümcül yan etkiye sahip olabileceği yazıyorken, neden bizde bakanlıklardan "hiç bir yan etkisi yok" açıklaması geliyor? Sonra ne mi oluyor, sağlık bakanımız ilk gün aşı olurken, cumhurbaşkanımız ve başbakanımız da aşı olacak diyor,ardından başbakan bakanıyla ters düşüyor, grup toplantısında isteyen kişilerin aşı olabileceğini,metazori olmadığını belirtiyor ve ekliyor "ben aşı olmayacağım".. aynı günün akşamı eski sağlık bakanı açıklama yapıyor ki , ilk aşı olan doktorlardan biri anaflaktik şok geçirmiş, bu şu demek vucut o kadar çok çooooook aşırı- ölümcül- alerjik reaksiyon vermedi demek.. ***Yorumsuz***

Benim tüm bu anlattıklarımdan sonra tavsiyem şu; antibakteriyel jellerden çantanıza atın, maske takmak komik duruyor evet, o zaman bayanlar için bir önerim var şal takın kalabalık yerlerde ağzınızı kapatın, selpaktan önce annelerimizin ütülediği mendiller vardı ya hani? heh! onları çekmecelerden çıkarın bakalım ceplerinize koyun, biliyorum şaka gibi;ama öpüşmeyin:) özellikle bayan gruplar,***ergenlik çağındakiler *** sanki bir daha hiç görüşmeyeceklermiş gibi veda edip ,sonra uzun zamandır görüşmüyorlarmış gibi hasretle öpüşüp koklaşıyorlar, bugün geçen haftadan beri görmediğim sevdiğim bir arkadaşımı öpmek üzere eğildiiim,sonra şaka gibi birşey yaptım,toslaştım:) dedim öpcektim ;ama seni çok sevdiğim için aklıma geldi,bak öpmedim! Sonra ellerinizi yıkamanızın gerekiliklerini atlıyorum, bu canı çıkasıca virus solunum yoluyla bulaşıyor, yani burun delikleri ve ağız.. günde 1-2 defa tuzlu su ile gargara ve burnumuza su çekme (bıyy ben de hiç yapamıyorum,beynime su kaçacak gibi oluyor) ile burnumuzu temizliyoruuuz...



Bir diğer gündem maddesi GDO'lar..  Biliyorsunuzdur herhalde, 26 Ekimden beri genetiği değiştirilmiş organik ürünlerin ekimi,biçimi,satımı kısmen de olsa yasallaştı artık ülkemizde..
Şimdi şöyle, bunlar hormonlu değil, "genetiği değiştirilmiş".. Dolayısı ile yok büyüktü,5 gözlüydü,6 çekirdekliydi şeklinde bir ayırım yapamıyoruz.. Ne yapıyorlar? Örneğin, böcekler gelip ekinlere dadanmasın diye, içine bir takım antibiyotikler,toksik maddeler yerleştiriyorlar... Böceğin bile konmadığı şeyi ben neden yiyorum bea? Şunu söyliyeyim sanki şimdi noldu,önceden satılmıyor muydu, geçen sene aldığım bitki dersinde hocayla konuşmamızda ülkemizde zırta pırta bulunan fast food zincirlerinden birinin komple genetiği değiştirilmiş ürünler kullandığı, hayvanlarının normalde büyümesi gereken zamandan çok önce büyüdüğü,vs. söylemişti.. Derseniz ki,ben tohumumu alırım kendi bahçeme ekerim.. Efenim? tohumun genetiğini değiştiriyorlar canım zaten.. Bezelye olduktan sonra içini açıp, bezelyeleri tek tek değiştirip sonra yerine koyup kapamıyorlar.. -bunu böyle anlatıyorum,alay etmek için değil, aklınıza geldiğini biliyorum,cevaben söylüyorum-
Peki ne oluyor GDO'lu besinler yenirse... Yapılan araştırmalara göre en önce kullanılan antibiyotiklerden dolayı,vucut artık o antibiyotiklere alışık olacak,hasta olduğunuzda ilaç aldığınızda hiç bir işe yaramayacak.. Sonra ilk gdo'lu domates satan yanlış hatırlamıyorsam abd'de bir firma toplu alerjik reaksiyonları ve 500 kişinin ölümü üzerine iflas ederek kapatmak zorunda kalmış..Sonra 3 nesile kadar genetik hasarların meydana geleceğini ve torunlarımızın kısır olacağı da okuduğum araştırmalarda söylenenler.-bilimsel kısımları uzun uzun anlatmak istemedim,google'layın -
Demem o ki, haber seyretmeyeceğim diyorum,bana ne diyorum, ne olursa olsun diyorum, e oturduğumuz yerde ölüyoruz!

Uzun bir aradan sonra böyle bir yazı olsun istemezdim;ama kusura bakmayın..

J.

(juve notu: işte bu kadar olay sonra gülecek bir şey; bugün anneme pazara giderken, git bak hangisinin üstünde sinekler varsa onlardan al dedim, annem "tamam , balkonda beslediğim sineğin tasmasını takim,şimdi çıkıyorum" dedi.. ve bende olay koptu... )
Related Posts with Thumbnails