8 Eylül 2012 Cumartesi

Güne aydın başlayacağımız güzel günlere..

Buraya yazarken çoğu zaman düşünmedim.. İçimden geldiği gibi yazdım.. Son yazılarımda bir çok defa eskisi gibi bir çok yazı yazacağımı, yazılar biriktirdiğimi yazdım...
Aslında bir çok yazacak şeyim var... 
Paylaşacak bir çok güzel şey..
Ama yazamıyorum, sizi güldürecek, kendimle alay ettiğim bir yazıyı, şuraya gidin şunu deneyin diye başlayan bir yazıyı, şu filmi seyredin diye öveceğim bir yazıyı.. 
Neden mi?


Geçen gün bir arkadaşımın paylaştığı gibi "92'li biri bizi kızdıracak bir şey bile söylese, sen reşit oldun mu be?" diye gülüp geçeceğimiz kişilerin şehit haberlerini duyunca, 
aylardır içeride tecritte olan aydınlarımızı düşününce, paylaşacağım her şey şımarıkça geliyor ve suçluluk duyuyorum..

Blogumu özlüyorum, yazmayı da.. 

Cem Yılmaz şöyle bir şey demişti bir gün: "Politikacılar, "biz olmasak konuşacak, espri yapacak konunuz yok" diyorlar, siz her şeyi düzgün yapın, ben kelebeğin çiçeğe konuşundan da gülecek bir şey bulurum, siz merak etmeyin" demişti.. 

Şu anda en çok okunan haber sayfalarının başında Beren Saat, Kenan Doğulu aşkı olduğunda, twitter'da tt'de emre belözoğlunun doğumgünü kutlandığında ya da şehit haberlerinin ardından her yerde "lay lay loy loy"  televizyon programları devam ettiğinde nasıl sinirleniyorsam, burada "hiç bir şey yokmuş gibi yaşayalım ve onları paylaşım, bana dokunmadı nasısa" paylaşımları yapmak da yanlış geliyor.


Güne aydın başlayacağımız güzel günlere..

J.


9 Haziran 2012 Cumartesi

JuVe Olay Yeri : "The Great Masters"


Genç nesilin - ne yazık ki- ismini sadece ninja kaplumbağalardan dolayı bildiği İtalya'nın büyük usta sanatçıları Michelangelo, Leonardo ve Raphael'e ait eserlerin kopyaları, interaktif olarak Tophane-i Amire'de ve Avrupa'da ilk kez İstanbul'da  meraklıları ile buluşuyor. 
Sergi 1 Haziran'da başlamış, 31 Temmuz'a kadar sürecekmiş. 
Eserlerden bahsedilenlerden çoğunun orijinalini gördüm; fakat interaktif oluşu, yeniden görmek, gezi sırasında kalabalıktan yeterince vakit ayıramamak, belki yeni bir bakış açısı ve bilgi elde edebilmek için en kısa zamanda gitmeyi planlıyorum. 
Sergiyi annem söylemişti, eserlerin orijinallerinin  geleceğini düşünmüş buraya, bahsedilen eserlerin çoğunun yerinden oynamasının pek mümkünü olmadığı gibi, sergi "İtalya'ya bir davet" olarak nitelendirilmiş..
Açıkçası Davud'un heykelinin üzerinde bulunan yıldızlar geçen zamanla yıprandığı için, İtalya'da orijinalinin bulunması gereken yerinde bile sonradan yapılan bir kopyası bulunuyorken, orijinalinin buraya getirilmesi çok mümkün değil kanımca.. 

Annem,eserlerin orijinal olmadığını duyunca hevesi kaçtı , gitmem dedi,ben sergiye gittikten sonra düşüncelerimi tekrar yazarım; ama orijinallerini gezerken ayıramadığınız vakti ve yakınlığı orada bulamayacağımız için buraya getirilenlerle elde edeceğimizin deneyimin de güzel olacağı kanaatindeyim. 

İnteraktif olmasının artılarını eksilerini tartışamayacağım;ama "son yemek" freski ile ilgili bilgileri dokunmatik ekrandan hangi havari kimdir, nedir bilgiler alırken, 

aynı zamanda resmin hangi noktalarına baktığınızı, yoğunlaştığınızı gösteren değişik termal kameralar tarafından izlenecekmişiz.. Bunun bize artısı, eksisi nedir, bilemiyorum.. 
Van Gogh alive'a da gitmediğim için, interaktifin bize ne gibi artısı olacak gidip gördükten sonra anlatırım:)



Sergi ile ilgili ayrıntılı bilgi için http://thegreatmasters-ist.com/ adresinden faydalanabilirsiniz.

Sergi haftanın 7 günü 10:00 ile 19:00 saatleri arasında açık, 
Bilet fiyatları; Tam: 17 Öğrenci: 12 TL

Gündem maddeleri oldukça yoğunken, belki bu tarz sergi, film, konser , şu, bu haberleri "sen nerde yaşıyon bacım?" kafası oluşturmuş olabilir. 
Geçen gün michaelsikkofield  twitter'da bir şey paylaştı ve ben çok doğru buldum,
"Sağıra laf anlatmak, cahile laf anlatmaktan iyidir. Zira sağır anlamak, cahil anlamamak için çırpınır. "


Suya sabuna dokunan yazılarım için, cahile laf anlatacak sabrı bekliyorum; çünkü şu şekilde çok da bir numarası olmayan yazıların ardından , aşağıdaki gibi yorumlar gelebiliyor ve şu an onlar için sabrım yok.. 

Sevgiler,

J.


30 Mayıs 2012 Çarşamba

Her kurbağa, bir prensesin hikayesinde geçmiyor!


KAYNAYAN SU İÇİNDEKİ KURBAĞA TOPLUMLARI.....


Yukarıda bulunan videoyu belki çoğunuz izlediniz, belki de ilk defa seyrediyorsunuz..
Farkında mısınız, artık çoğu kişi yazmıyor, konuşmuyor, buradaki kurbağalar gibi artık bundan 10-15 sene önce söylense büyük tepki vereceği şeylere, tepki vermiyor..
Takımı için yollara düşenler, özgürlüğü söz konusu olunca susup kalıyor..
Herkes takside, evde, sofrada, akşam sohbetlerinde "balon" tepkiler veriyor, en fazla facebooktan bir şeyler paylaşıyor(uz)..

Çoğu ne giysem, ne sürsem, ne taksam, şu şunun üstünde olmuş mu, saçımın rengi bu mu, kızları tavlamanın  yolları, yok takımın şike derdi, transfer oyuncusu peşinde..

Devam devam..

J.

27 Mayıs 2012 Pazar

JuVe Olay Yeri: "Intouchables"



Son zamanlarda seyrettiğim, konsantrasyonumun hiç bozulmadığı, "keşke bitmese" diye içimden geçirdiğim, bir çok şeye bakış açımı değiştiren güzel bir film tavsiyesi ile karşınızdayım=)

Konsantrasyonumun hiç bozulmadığı diye söze başladım; çünkü son zamanlarda seyrettiğim filmlere harcadığım zamana acır oldum ve çoğunda uyuduğum için de hiç pişman olmadım desem yeri:D

Film hakkında hiç bir fikrim yoktu seyredene kadar, sadece türkçe çevrilmiş hali "CANDOSTUM" ve"film çok güzel, mutlaka izle, imdb puanı 8,5" tavsiyelerinden başka hiç bir şeyi bilmiyordum..
Imdb puanı benim için her zaman belirleyici olmuyor; çünkü imdb'si 4-5 olan bir filmi de çok beğenebiliyorum, 7-8 olan bir filmden de hiç keyif almadığım oluyor..

Film ilk sahnesinde sizi meraklandırıyor, güldürüyor ve başlayacak olan, "yaşanmış, gerçek bir hikayenin" anlatıldığı filme sizi çekmeyi başarıyor..

Phillipe, geçirdiği kaza sonrası boynundan aşağısı felç kalan, zengin bir adam ve kendisine hayatını sürdürebilmesi için yardımcı olacak bir kişi arıyor, bu yolda bir çok kişi arasından Driss'i seçiyor ya da bir bakmışsınız ki Driss kendisini bir şekilde seçtiriyor.
Kültür anlamında Phillip'e çok uzak olan; ama bir o kadar da kendine güveni olan Driss, Phillip'in hayatını her geçen gün değiştirmeye başlıyor.



Bir anda sahip olmadığı olanaklarla tanışan Driss, sonsuz kaynağa sahip olsa da hayatının tadını çıkaramayan Phillip'e  geri kalan hayatının anlamlanması için var gücü çalışıyor, aslında çalışmak denemez, Driss içinde yaşamak için ne varsa, Phillip'e bunu sunuyor.
Bu kısmı aslında çok önemliydi, bir çoğumuz herhangi bir özrü olan kişilere karşı nasıl davranacağımızı bilemiyoruz, onları üzebileceğimizi düşünüyoruz, aslında bu filmde de gördüğüm kadarı ile en doğrusu bir insana asla özürlerinden dolayı duygusal özrü varmış gibi ayrıcalık tanımamak olmalı..

Bu iki arkadaşın patron-çalışan ilişkisi Driss sayesinde en başından beri hiç bir zaman bu şekilde yansımıyor ve belki de Phillip'in en hoşuna giden de bu! Ona gerektiğinde karşı gelen, fikirlerini söyleyen, ona bulunduğu noktadan farklı bir bakış açısı ve hayat kazandıran Driss ile tüm hayatı değişiyor..

İşler sadece Phillipe için değişmiyor.. Soyut resimden anlamayan, klasik müzik ile  ancak reklamlarda duyduğu kadarı ile tanışıklığı olan, Opera'daki Almanca konuşan ağaca dakikalarca kahkaha atan Driss (ki burda Lord of the rings serisinde yürüyen ağaçların nesini seyrediyorsunuz diye güldüğüm yakın arkadaşlarım geldi aklıma=) ) bir kat daha hayranlığımı kazandı, önce güldü, eğlendi, beğenmediğini ifade etti; ama sonuna kadar karşısındakini dinledi, anlamaya çalıştı ve sonra kendi zevkleri ile herkesi eğlendirdi..
Hem Phillipe hem Driss birbirlerinden çok farklı olsalar da.. Birbirlerine yepyeni bir yaşam hediye ettiler..

Film bittiğinde bir kaç saniye gerçek Driss ve Phillipe'i gördüğümüz kısım da üstüne bal kaymak oluyor sanırım..

Ben bu filmi puanlayamayacağım..
%100 beğeni garantisi verebiliyorum sanırım..
Beğenmezseniz de JuVe'den olsun bu da..

İyi seyirler..

J.

Fotoğraf kolajı kaynak: www.otekisinema.com

16 Mayıs 2012 Çarşamba

Ram pa pa pam, ram pa pa pam...



Bu şarkının orijinal hali ile Rihannadan ilk duyduğumda Floransadaydım, ne zaman duysam, hayatımda ilk gitmek istediğim yurt dışı seyahatim olan İtalya gezisi  ( çok yazmak istemiştim, zamanında yazamadım; fakat giderken incelediğim bir blog ile süper bir tatil yaptık.. Gezi programı yapmak isteyenlere rehber olması açısında o blogu ve kendi gezi planımızı anlatmayı düşünüyorum bir ara) geliyor aklıma ve çok mutlu oluyorum. Hani bir kokuyu duyarsınız ve o parfümle bağdaştırdığınız kişi, zaman ne varsa o gelir ya aklınıza.. Benim için, bu şarkı, 
İtalya tatilimi hatırlatan parfüm etkisinde.. Ne zaman kafamda küçük bir tatil yapmak istesem bunu dinliyorum.. 
Neyse konu o değil.. 

Yukarıda şarkıyı (Man Down) dinlediğiniz cover grubu Walk off the earth 'ten bu şarkıyı dinlediğimde, daha bir sevdim, aşık oldum desem yeri.. 
Klibe dikkat ederseniz, tüm müziği sadece 2 kişinin yaptığını görürsünüz bu klipte; ama diğer şarkılarda başkaları da var=) 
Beğendiyseniz eğer ya da daha önceden biliyordu iseniz,  Walk off the earth Türkiye'de bir konser verecek, gitmek isterseniz diye söyliyeyim dedim.. Biletler 45liradan başlıyor, 25 Haziran, Küçükçiftlikpark.. 

Pull the triggaaa, pull the trigaa , pull the triigaa buum! 

J.

13 Mayıs 2012 Pazar

Hayat tesadüfleri sever!


Blogları incelemeye yeni başlamıştım, blogları düzenli bir gazeteyi okur gibi, niteliklerine göre ayırmaya, tutkunu olmaya yeni başlamıştım.. Eskiden beri yazmayı severdim ve o zaman da yazmaya başlayacağımı; ama nereden başlayacağımı , ne yazacağımı kestirememiştim..
Sonra yazmaya başladım, başladığım zamanlardan sonra da, sık sık sevdiğim bloggerlardan bahsettim blogumda,
birbirimizi seven bloggerlar, birbirimizi göremediğimiz zamanlarda halimizi hatrımızı sorduk.. Eskisi gibi yazmıyoruz, bırakmak da istemiyoruz, kapatmak da.. Ama yazmaya vakit ayıramıyoruz..
Kendi açımdan, bütün gün yazmaya çalıştığım bir işim var.. Hiç bırakmamacasına yazmak istesem de planlarım içinde öyle olmuyor..
Eskisi kadar çok yazamıyorum, okuyamıyorum, bu beni mutsuz ediyor..

Salıncaktaikikisi, ilk takip ettiğim bloggerlardan biri.. Blogunda şu an 3797 takipçisi var, ben yanlış hatırlamıyorsam 600. takipçisi olarak kayıtlara geçmiştim:) o zamandan bu yana 3 sene geçti..
Aradan yazılar geçti, okullar geçti, işler geçti, evlendim, o Amerikadan geldi, kedileri kaldı, burda işe başladı..
Aslına bakarsanız ikimizde bize dair şeylerden ziyade, ilgilendiğimiz şeyleri yazıyoruz; ama hayatlarımızın içine böyle giriyoruz.. Bilmem belki de bayan olduğumuzdan!

Aralık ayının başlarıydı, bir bileklik almıştı ve bununla ilgili bir yazı yazmıştı. Bilekliğe bayıldım, Bursa'ya gider gitmez, tam da söylediği kuyumcudan kendime sevgilimin ve benim isimlerimizin başharfini taşıyan bir bileklik alacağım dedim..
Aradan aylar geçti, iş için bu haftasonu Bursadaydım.. Saat 3 e kadar çalıştım, sonra sevgilim, arkadaşım ve ben Çınar'a gittik.. 600 yıllık çınarın altında, enfes çilek ve erik keyfine vardık.. Dedim kalkın, Faruk kuyumcusunu bulacağız..
Sevgilim derbi için stres yapıp, ben kendim takılim derken, biz arkadaşımla Faruk kuyumcusunun peşine düştük, kolay olmadı bulmak, hatta onu bulmaya çalışırken, bilekliğin çok benzerini bir başka yerde gördüm; ama kolye şeklinde olanı varmış, bilekliği aramadıkları yer kalmadığı halde bulamadılar.. Faruk'u sorduğumuz 4. kişi bize tarif etti ve bulduk...

Ben altın, kuyum seven biri değilimdir.. Alyansım bile spor giyindiğim için beyazdır.. Ama bu bileklik beni fethettiği için, koşa koşa kuyumcu Faruk arandı.. Faruk Bey  o kadar güzel şeylere sahip ki içinde ve o kadar kibar karşılıyor ki sizi.. Esnaf gibi değil, sizi evinde ağırlayan bir evsahibi inceliğinde, o güzel şeylere uzun uzun bakıyorsunuz.. Bakar bakmaz da kendi istediğim bilekliği buldum..
"Banu Hanım'ın blogunda okudum, onu çok severim, takip ederim, İstanbul'dan geliyorum, sizden bu bilekliği almak, koleksiyonunuza bakmak için aralıktan beri sabırsızlıkla bekledim" dedim.. Faruk Bey "saolsun" dedi ve bir bir bütün güzel tasarımları sıraladı önümüze.. En güzel eserlerini gösteren bir sanatkar zarifliğinde; ama asla "satıcı baskınlığında" değil..
Bilekliğin boyunun kısaltılması ve isim yazılması süreçleri için beklerken, vitrindekilere teker teker bakmaya devam ederken, kapıdan salıncaktaikikişinin sahibesi Banu girdi..

Tesadüflere çok inanmam=) Her şeyin bir sebebi vardır, bunu üzerinden çokça zaman geçtikten sonra anlarız bazen.. Banu öyle hissetmiş midir bilmem; ama uzun zamandır görmediğim bir arkadaşıma rastlaşmış gibi karşıladık birbirimizi, kısacık; ama içten bir sohbet oldu aramızda..

Sık sık yazmaya başlamak için güzel bir işaret oldu benim için, hemen eve gidip yazmak istedim, sanırım o da öyle istemiş ki yazmış=)

Yine görüşmek üzere Banu ve sık sık buluşmak dileğiyle takipçilerim!

J.

14 Mart 2012 Çarşamba

Gözlerini kapat, kendine bir dakika izin ver!


        Aşağıda kasetin üstüne tıklayın, en sevdiğiniz kişiyi düşünün, kendinize 1 dakika izin verin..



15 Şubat 2012 Çarşamba

JuVe Olay Yeri: "Bayan-sal mezular vol.1"

Yazının ismi bayan-sal mevzular; çünkü bayanları ilgilendiren, erkekleri bayan mevzular bunlar=)
Tam anlamıyla bir erkek mevzusu da sayılmaz aslında, okuyan okusun okumayan okumasın aman! Ben baştan uyarımı yapıyorum, yazıma geçiyorum..

Bir kozmetik kullanıcısı olarak, alacağınız şey her ne olursa olsun önce sample denen, deneme boylarını istemek gerekiyor; çünkü hipoalerjenik yani alerji yapmayan özelliğe de sahip olsa, içeriğindeki herhangi bir maddeye siz alerji sahibi olabilirsiniz, bu sebebe bile gerek yok, her ürün herkese uygun olmuyor, rengi tutmuyor, dokusunu beğenmiyorsunuz, bu oldukça yüksek fiyata satılan bir parfüm de olabiliyor ki, o an karar vermek oldukça güç olabiliyor.. Hele hele ruj, rimel gibi hijyen açısından denenmesi mümkün olmayan ürünlerde çoğu zaman sadece elimizde deneyip, rengine karar verip bir çok kez pişman olup, kullanılmayan ürün birikimine sebep olabiliyoruz. Hijyenik bir şey olduğundan al bu kullanmadıklarımı sen kullanmak istersen durumu da pek olamıyor, değerlendirmesi güç bir durum!
Gidip de  ürünü satan kişiye "bana bunun numunesini verir misiniz" dediğinizde ise pis bir sırıtışla "maaleseef elimizde yok" cevabının altında "pis beleşşçiii" ifadesinin yattığını hissediyorsunuz. Bu aslında pis beleşçi bakışlılar, beleşçilik yapıp, bizim kullanmamız gerekenleri kullanıyorlar, dolayısı ile durum böyle olunca firmalar da numune dağıtımını azaltıyor..

İşte bu gibi "denemeden almayın" bilinci için çok güzel bir sistem ortaya çıktı.
Bir kaç tane deneme boy kozmetik ürün dağıtımı yapan "kutu" üyeliği var, bu yerlere üye oluyorsunuz, aylık olarak ayağınıza kadar bir çok markanın deneme ve tam boy ürünleri  geliyor.

Bunlardan biri "Lila kutu".. Kozmetolog ve haber sunucusu "Ayşenur Yazıcı" ürünlerle ilgili bilgiler, kozmetik üzerine püf noktaları ve markalarla sohbetler gerçekleştirerek kullanıcıları bilgilendiriyor.Lila kutu'nun aylık abonelik ücreti 19 lira.. Şimdiye kadar kutuda bulunan bir kaç marka; Activar, Aisha,Clarins,Bvlgari, Calvin Klein, L'occitane, Kerastase,Inglot,Cosmed, Murad,Olay,Pastel,Flormar,Priori, Rare blossom..


Örnek yorumlar için "lila kutu" yu googlelayarak bir çok güzellik konusunda yazı yazan blog sahibesinin ayrıntılı yorumlarına ulaşabilirsiniz.


Bir diğeri Vanilya Club..Vanilya Club'ın üyeliği 35 lira, fiyat olarak biraz yüksek, şimdiye dek çıkan markalardan bir kaçı, L'occitane, Allesandro, Bonacure, PureBeauty, Nuxe, Lierac, Jane Iredale,Vichy..Aynı googlelama işlemini vanilya için de yaparak yorumları görebilirsiniz.


Bunun dışında bir kaç tane daha deneme boyu kozmetik ürün aboneliği yapan site var; fakat ben pek beğenmedim açıkçası .. 
İşin güzel  tarafı şu; ben şahsen internetten kozmetik alışverişini güvenli bulmuyorum (işin mutfağında bulunan biri olarak) ; fakat burda direkt olarak ürün sahipleri ya da distribütörleri ürünlerini satışa çıkarıyor.(yani güvenilir, ürünler sahte değil)  Bu şekilde ürünleri deneme ve beğendikten sonra güvenilir şekilde internet üzerinden alabilme şansını yakalıyorsunuz. 

Bir çok bayan için bilgilendirici bir yazı olduğunu düşünüyorum.. 
Umarım memnun kalırsınız.. 

Sevgiler.. 

J.

14 Şubat 2012 Salı

Meet with Zihni=)

Sizi biri ile tanıştıracağım. "Contagion" yazısından sonra içler kararmıştır.
 Yok la yok (ehehehe Behzat Ç forever) , depresyona girmedim. ama ilk tüyodan da anlaşılacağı üzere, Behzat Ç. fanatiğiyim. 
Twitter'dayım çoğu zaman; ama iş münasebeti ile aklıma çok süper bir şey gelse de hemen paylaşamıyorum.. ama takip etmek istersen oralardayım.. 
Ve twitterda takip etmeyi en sevdiğim şahıslardan biri ile sizi tanıştırmak için sabırsızlanıyordum.. 


Tanıştırıyim, bu Zihni! Bu fotoğrafını da şöyle paylaşmıştı: 
-"Remember, remember the 5th of November." miyaV for Vendetta-

Ki esprili ve zeki tutumu beni kendisine her geçen gün daha çok bağladı ki, zaman zaman doğuşing yaptı şu şekilde: 


Ve sevgilisi ile dertlerini yazdı, yazıyor, özellikle martın yaklaştığı şu günlerde=) 


Bu da Zihniyi Facebookta takip etmek istersiniz diye.https://www.facebook.com/KediZihni

‎>^.^<

J.

13 Şubat 2012 Pazartesi

JuVe Olay Yeri : "Contagion"

Uzun bir aradan sonra yazı yaz, ona da film incelemesi ile başla, filmde ruh karartıcı bir biçimde bulaşıcı hastalıklarla ilgili olsun..


Bu filmi ilk çıktığından beri seyretmek istedim, biraz mesleki meraktan kaynaklanıyor sanırım. Bir kaç yerde yorumlarına bakayım, insanlar nasıl karşılamış bu filmi diye göz atayım dedim,  genellikle beğenilmediğini, "I am legend" gibi filmlerle karşılaştırıldığını gördüm.
Önce filmin konusundan bahsedeyim, film bir virüsün hızla yayılması ile başlıyor, tanımlanamayan, hızla yapısını değiştiren virüs üzerinde araştırmalar sürerken,virüs ölüm ve bulaşıcılık oranı artarak yayılmaya devam ediyor. Dünya sağlık örgütü eli kolu bağlanmış durumda, aşı bulmaya çalışıyor. Bu sırada karantina durumuna geçilmeye ve iyileştirici ilaçlar araştırılıyor. (Genel durumdan bahsediyorum, özelde de bir çok şey anlatılıyor; ama bu filmden ziyade belgesel tadında)
Filmde,
 Her şeyin farkında olan bir blogger (Jude Law)  bağımsız olarak insanları bilgilendirmeye çalışırken, sosyal medyanın gücü ile insanları nasıl yönlendirdiğini görüyoruz. - Bu noktada hayatımızı ele geçiren blog, sözlük,
twitter, fb gibi mecralardan elde ettiğimiz bilgilerin doğruluğunu, güvenirliğini, perde arkasını sorguluyor insan ister istemez-
Karısını ve oğlunu bir anda bu salgında kaybeden bir babanın (Matt Damon)  kızını nasıl koruduğunu görüyoruz..
Bütün hayatını bilime adamış insanları görüyoruz.. Ölümün pençesinde, sorumluluklarını düşünen (hala bunlardan var mı hayatta yaaa?) insanları (Kate Winslet) görüyoruz..
Bir ilacın sadece iyi geldiği duyumu ile sıraya girip beklerken, yeterince olmadığını duyunca ya da kontamine (virüs bulaşmamış) yemek için beklerken, sıza sıra gelip bittiğinde insanların nasıl o "medeni" halinden çıkıp, iç güdüleri ile yeri, göğü indirdiğini görüyoruz..

Seyredenler nasıl olup da bu filmi bir film olarak değerlendirebilmiş anlamış değilim, contagion her an başımıza gelebilecek, tarihte çeşitli salgınlarda binlerce insan nasıl öldüyse olabilecek bir salgın hikayesi.
Daha 1,5 yıl önce domuz gribi vakası yaşadık, grip çıktı, hemen aşısı çıktı. Aşı hakkında sizi yönlendiremem; sadece kendi fikrimi söyleyecek olursam, bir aşının bulunuşu, etkinliği, insanlar üzerinde uygulanması için onay alması uzun bir süreç.

Bir salgının ortaya çıkışı ile bir zombi filmini karşılaştırıyorsanız, gerçekte olabilecek bir şey fantastik buluyorsunuz demektir.
Sert bir yazı olsun istemedim aslında, sizi hastalık hastası da etmek istemem.
Sadece en iyi ihtimaller üzerine kurulu olan bu filmi, bir salgın sürecinde neler olur diye politik,bilimsel bir çok açıdan fikir edinmeniz için izlemenizi isterim.
Ordaki gibi bir bilim insanı yetişmesi için bile ilham verir belki size, belki de ilaç firmaları için bir hastalığın ne demek olduğu hakkında fikir edinirsiniz..

evet..
Başladık=)


J.

6 Şubat 2012 Pazartesi

Uzun bir aradan sonra.. Merhaba!

Naber okuyucular=) Uzun zamandır yazmak istiyorum aslında, kendi kendime içimden bir söz vermiştim, olumsuz hiç bir şey yazmayacam artık burda diye, fakat dünya döndükçe olumsuzluklar hiç bitmiyor, neyse ki coca cola reklamında ki gibi her olumsuz giden şeyin ardından paylaşılan bilmem kaç bin gülücüklü video var be okuyucu=)
Her gün kalkıyorum, her gün ve herhaftasonu için planlar yapıyorum, sonra eve gelince ne mi yapıyorum? Uyuma, bazı blogları okuma, film-dizi seyrederken uyumaa.. Bu böyle bir sirkülasyon..
Eeeah dedim, yeter.. Yine kendi içimden 250 kişi olunca takipçi yazmaya başlıcam dedim, ( kendi kendime uyduruk bişiler) gördüğünüz gibi mitozla 256ya ulaştınız ve ben ancak başlıyorum yazmaya=)
En takip ettiklerimi takip edin diye burdayım yine, hiç biriniz okumasa bile kendime anılar kalsın diye burdayım yine!

Aslında blog yazanlar benim takip ettiklerim bir azaldı, bir yazmamaya başladı.. Üzüldüm baya..
Sonra güzellik endüstirisi ile ilgili sorumlu kişi olduğumdan, bu konularla ilgili bir şeyler paylaşıp bu işin arka mutfağı ile ilgili bir şeyler söylemek istedim. Ama sonra bunları bu blogda paylaşmayıp, erkek okuyucularıma eziyet olmasın diye, yeni bir blogda paylaşmaya karar verdim.
Böyle bugün bunu giydim, şöyle pahalı ruj aldım paylaşımları beklemeyin o blogtan, sadece bir şeylere karar verirken nelere dikkat etmeniz gerektiğini anlatan bir blog olacak..

Burada yine, bizbize, benim güldüğüm,sinirlendiğim, takip ettiğim, okduğum,izlediğim, sizinle paylaşmak istediğim şeyler yer alacak..

Evet, uzun bir aradan sonra..

Ben geldim!
Related Posts with Thumbnails